'Bu karar belli ki nükleer endüstriyi koruyor, "yenilenebilir enerji kaynaklarının" da nükleer reaktörler kadar enerji ihtiyacını karşılayamayacağı da başka bir pencereden kabulleniliyor.'

Almanya Başbakanı Olaf Scholz, hafta başında katıldığı bir televizyon programında “Rusya’ya enerji sektörünü kapsayacak ivedi bir ambargo uygulanmasının” ağır ekonomik sonuçlar doğuracağını ifade etmişti.

Ülkenin birçok sanayi dalında büyük zararlara yol açacağını söyleyen Scholz, ilk aşamada Rusya’dan enerji ithalatını tamamen kesmeyeceklerini, bunun yerine azaltmaya gideceklerini belirtti.

Ukrayna ve Rusya arasındaki savaş patlak verdikten sonra Rus doğal gazını kuzeyden Almanya’ya ulaştıran Kuzey Akımı 2 doğal gaz boru hattı projesi Scholz tarafından iptal edilmişti.

Rusya ile Almanya arasındaki bu projenin ABD Başkanı Biden tarafından rahatsızlıkla karşılandığı biliniyor. Zira göreve geldiğinde Biden’ın ilk açıklamalarından biri bu yatırımın “Avrupa için kötü bir anlaşma” olduğunu ifade etmesiydi.

Tüm bu yaşanan gelişmeler ışığında sanayi çarklarının Rus enerjisine bağlı olduğu Almanya’da yeni bir enerji alternatifi de bulunmuş değil. ABD’nin baskısına rağmen Almanya Rusya’dan gaz ithalatına devam ediyor, yeni bir kaynak bulununcaya kadar da bu ilişkinin süreceği çok açık.

Her ne kadar mart ayının başlarında AB Komisyonu, doğal gaz depolarını doldurmayı içeren “REPowerEU” adlı planın hayata geçeceğini açıklasa da “yeşil yatırımların” kısa sürede Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılamayacağını söylemek mümkün.

Öyle ki, Paris İklim Anlaşması’nın hedefleriyle büyük oranda çelişen bir kararın Türk medyası tarafından gözden kaçırıldığını düşünüyorum.

Şubat ayının ilk günlerinde AB Komisyonu tarafından yeni bir karar alındı. Ruhsatını 2045’e kadar alan, çevreye zarar vermeyen ve atıklarını güvenli biçimde tasfiye edebilecek nükleer enerji santral yatırımları yeşil ve sürdürülebilir ekonomik aktivite olarak tanımlanacak.

Nükleerin AB tarafından “iklim ve çevre dostu” olarak tanımlanmasına Almanya, Avusturya, Lüksemburg, Danimarka, Portekiz ve İspanya gibi ülkeler sert tepki gösterdi. Fransa ise nükleer enerjinin “iklim değişimiyle mücadelede etkili” kaynak olduğunu belirterek destekledi.

Bu kararın elektriğinin yüzde 70’ini nükleer santrallerde üreten Fransa’yı koruma amacı taşıdığı da bir gerçek. Ayrıca bu kararın arkasında yatan gerçeklerden biri de belli ki mevcut olan nükleer santralleri koruma hikâyesi.

Fakat Paris İklim Anlaşması’nın getirdiği “hızlı enerji dönüşümü geçişini” yavaşlatmasına ne demeli?

“Düşük karbonlu nükleer” söyleminin asıl hedeflerle örtüştüğünü söylemek biraz da zorlama bir açıklama değil mi?

Ya da “düşük karbonluyu” kabul edelim ama radyoaktif salımı da aynı derecede düşük mü?

Ki nükleer enerji üretim maliyetinin yaklaşık olarak yüzde 30 civarında arttığını söylersek, bu yatırımın önüne açan ve “yeşillikle” bağ kurulmasını sağlayan ana gaye nedir?

Bu karar belli ki nükleer endüstriyi koruyor, “yenilenebilir enerji kaynaklarının” da nükleer reaktörler kadar enerji ihtiyacını karşılayamayacağı da başka bir pencereden kabulleniliyor.

Covid-19 “sağlık krizi” olarak çıkmıştı, mevcut uluslararası sistemin değişmesi gerektiğine evrildi, Ukrayna-Rusya savaşı “kıtlığa giden yola” dönüştü, e şimdi sormak lazım “iklim değişikliği” mevzusu bu nükleerlerin “yeşil yatırım” olarak sınıflandırılmasıyla nereye doğru gidiyor?

Leyla Alaton haklı

TÜSİAD’da Simone Kaslowski’den sonra yeni başkan Orhan Turan oldu. Yeni yönetim kurulunda sadece üç kadın yer alırken Leyla Alaton da haklı olarak tepki gösteriyordu.

Zira Turan’ın seçim sonrası yaptığı konuşmada “başta kadınların konumu olmak üzere eşitlikçi ve çevreci bir ülke hedefinin peşinde olacağız” cümlesindeki iddiaya inanmamız için önce belirlenen yönetim kurulunda bir eşitlikten söz etmemiz gerekirdi.

Öyle ya, “Toplumsal cinsiyet eşitliğini öncelikli bir konu olarak vurgulamayı kararlılıkla sürdüreceğiz” diyen Turan’ın toplumsal meselelere geçmeden önce kadın erkek eşitliğini sağlayan bir yönetim yapısıyla bu kararlılığı göstermesi beklenmez miydi?

Leyla Alaton, “konuşmalarda sıklıkla yer veriliyor ama TÜSİAD’da bile cinsiyet eşitliği sağlanamıyor” derken ne kadar da haklı.

Daha ne desin…