Bugün iki konuya değinmek istiyorum.
Bugün iki konuya değinmek istiyorum. Geçtiğimiz haftadan bu yana dolar kurundaki dalgalanma ekonomi haberlerinde de dalgalanmalar yaratırken, Cumhuriyet Gazetesi’nde Emre Kongar Hoca son on günde ATÜT çerçevesinde Türk kalkınmasını yorumlayan sol düşünceli Türk aydınlarının tartışma ve görüşlerini özetledi. Son olarak, yıl içinde belli dönemlerde parladığı gibi bir laiklik – dincilik tartışması da bazı yazarlar arasında yeniden harlandı. Ben ne mi düşünüyorum? ATÜT meselesi üzerinde ayrı bir yazı da yazılabilecek bir konudur. Onun için “Osmanlı’da bir kapitalizm olabilir miydi?” sorusuna cevaben bunu pazartesiye bırakalım. Neyse, dolardaki dalgalanma ile başlayalım.
DOLARDAKİ DALGALANMADAN KİM SORUMLU? DOLAR LOBİSİ (!) Mİ, FAİZ LOBİSİ (!) Mİ?
Geçtiğimiz hafta dolar kurunda ciddi bir dalgalanma gerçekleşti. Hatırlanacağı üzere dolar kurunda benzeri bir dalgalanma da bu yılın ilk ayında gerçekleşmişti, dolar kuru bir haftada 3,60’tan 3,90’a fırlamış, sonraki iki hafta sonra 3,40’a inmiş, sene ortasında da 3,50 civarında dengelenmişti. Bu seferki de benzer bir dalgadır. Mart ayında yaptığım değerlendirmelerde yıl sonu yani 31 Aralık 2017 tarihi için 3,80 dolar kuru tahmininde bulunmuştum. Bu tahminin 3 kuruş aşağı ve 3 kuruş yukarı, yani 3,77-3,83 bandında gerçekleşeceğini öngörmüştüm. Hala aynı yerdeyim, dolar kurunun bugün geldiği yer iki ay sonra gelmesi gereken yerdir. Bu yüzden kur önümüzdeki haftalarda 3,70’e kadar düşebilir veya olduğu yerde kalabilir, ancak daha fazla yükselmez. Yıl sonuna doğru bugünkü düzeyine ulaşacaktır.
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi dolar kurunun bir sene içindeki genel hareket kanununu Cari Hesap dinamikleri belirlemektedir. Bu hesap Ödemeler Bilançosu’nda döviz arz ve talebinin temel bileşenlerini (yani mal ve hizmet ihracatı ve mal ve hizmet ithalatı, başta borç faizi ödemeleri olmak üzere geçmiş dönemden gelen, şu an ve yakın gelecekte tahakkuk edecek olan faktör gelir ve giderlerini) gösterir. Mal ve Hizmet ihracatı ve ithalatı makro iktisadi verilerden yola çıkılarak mart ayından itibaren sene sonuna göre tahmin edilebilir, yeter ki elinizde kitaba uygun doğru kurgulanmış bir model olsun. Aynı zamanda hemen hemen her ay ne kadar dış borç ödemesi ve ne kadar alacak tahsili olduğu da Ödemeler Bilançosunda kayıtlıdır. Yani kısaca mart ayından aralık sonuna doğru döviz kurunun hareket trendi genel olarak tahmin edilebilir. “Pekiyi Hoca’m, niye kur bu trende uymuyor da, yerinden durmayıp dalgalanıyor?”, diye soranlara şöyle derim: Bu tarz kısa vadeli hareketler, döviz arz ve talebinin spekülâtif bileşenlerine bağlıdır ki, bu bileşenler de Sermaye / Finans Hesabında derlenir. Bu hareketlerin önceden tahmini pek mümkün değildir. Ancak başta Merkez Bankası olmak üzere politika otoriteleri bu dalgaların peşine takılıp tepkisel pozisyon alırlarsa işte o zaman temel değerleri ve uzun dönem trendi de bozarlar. Bu yüzden, bu tarz dalgalanmalarda sakin durup acele ile hareket etmemek gerekir. O zaman, bu spekülâtif hareketlerin kaynağı nedir? Bazı yazarların büyük bir iştihayla “Faiz Lobisi ve/veya Döviz Lobisi” olarak tanımladıkları bir gizemli güç vardır. Bu yazarlara göre, bazı gizli mahfillerde toplanan karanlık bir takım adamlar “Kurtlar Vadisi’ndeki” Tapınakçılar misali AK Parti’yi yıkıp CHP’yi (veya bugünkü konjonktürde İYİ Partiyi) iktidara getirmeyi amaçlamaktadırlar. Bu gizemli güç, bir Faiz/Döviz Lobisi kurarak döviz kurlarını dalgalandırmaktadır. Eğer bu görüşü benim talebelerden birisi sınavda öne sürse üzerine sıfırı çekerim. Doğrusu nedir? Küresel ölçekte yüzlerce kurum ve milyonlarca birey, internet üzerinden alım satım yapmaktadır. Burada, değil bir karanlık konseyin küresel para akımlarını kontrol edebilmesi, bizatihi Amerikan Merkez Bankası’nın dolar akışlarını kontrol edip yönlendirebilmesi mümkün değildir. Yahu, Janet Yellen uluslararası para akımlarını istediği gibi yönetememektedir, üç beş spekülatörün Tapınakçı üstadların (veya sapkın mürted Fetullah şakirtlerinin) talimatıyla Türkiye piyasasını hallaç pamuğu gibi atacağını nasıl düşünürsünüz? Güldürmeyin adamı… Finans piyasalarında bir ağ ekonomisi bulunmaktadır ve bu ağın bir merkezi de yoktur. Para akışlarına yön veren de, genelde, milyonlarca yatırımcının “sürü psikolojisidir”. Eğer politika otoriteleri “dolmuşa binip” bu dalgayı durdurmaya çalışırlarsa, o takdirde, temel değerleri bozarlar, mevcut dalgayı daha da güçlendirirler ve o zaman “Faiz Lobisinin” ta kendisi olurlar.
* * *
LAİK VE ŞERİATÇI KESİM ARASINDAKİ KAYIKÇI KAVGASI
29 Ekim haftası münasebetiyle herhalde, belli bir kesimde Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı alevlenmiştir, karşı cenahta ise “1930’lu yılların Asr-ı Saadet’i” konulu yazılar, 2017’nin problemlerine 1920’li ve 1930’lu yıllardan çözüm arama çabaları peydah olmuştur. Bu Türkiye’nin siyaset meddahları ve onların kuyruğundaki muharrirlerin mu’tad ve artık bıkkınlık veren kayıkçı kavgasıdır. Burada ana tartışma şudur: Bir taraf “İnönü (Atatürk diyemedikleri için) ve CHP diktası Türk toplumunun temel değerlerine düşmanlık etmiş, İslâm Dini’ni ayaklar altına almış ve milletin sinesinden imanı söküp atmaya çalışmıştır.”, derken, diğer taraf, “Atatürk’ten önce bir Türk toplumu, Türk uygarlığı, Türk Devleti yoktu, sahip olduğumuz her şeyi Atatürk’e muhtacız.”, mealinde savunma yapmaktadır. İkisi de doğru değildir, ikisi de cahilce kotarılmış, tarihi ve dinî olguları dikkate almayan ciddiyetsiz yaklaşımlardır.
Bizdeki mütedeyyin/muhafazakâr olma iddiasındaki kesimin (El Ezher ve Pakistan ekollerine bağlı az sayıdaki gerçek İslamcılar değil) kendilerine örnek aldığı Osmanlı Devleti’nin klasik çağıdır. Onlara göre, bir İslâm Devleti olan Devlet-i Aliyye-i Osmânî, Kadir Mısıroğlu’nun ifadesiyle “Şeriat-i Garra-yı Muhammediyye” ile idare edilmekteydi. Yine bunlara göre, yeniden Şeriat Nizamına dönmek ve Osmanlı’yı ihya etmek gerekmektedir. Burada iki temel soru şunlardır: “Bizim mensubu bulunduğumuz Sünnî Hanefî mezhebine göre bir Şeriat Devleti var mıdır ve gerekli midir?” ve “Osmanlı İmparatorluğu Şeriatçı mıdır?”.
Birinci sorunun cevabı: Şeriat dinin âmir hükümleridir ve her Müslümanın bunlara uyması gerekir. Dinin ana kaynakları da Kitab ve Sünnet’tir. Pekiyi, Kur’an-ı Kerîm’de ve Sünnet-i Nebevî’de, bir devletin nasıl idare edileceği, devletin bireye ve topluma karşı hangi yükümlülüklerinin olduğu, bir medeni kanun, bir ticaret kanunu, bir şirketler hukuku, bir ceza kanunu var mıdır? Yoktur. Hatta, bir devlet kavramı var mıdır? Yoktur. O zaman, bu Şeriat Devleti ve Hukuku kavramları nereden çıkmaktadır? Emevî ve Abbasi İmparatorluğu zamanında, Mısır’da Roma ve İran’da Sasani Hukuku’na göre hüküm veriliyordu. Koca bir devlet vardı ortada, ganimetler vardı ama Arapların kabile töresinden (müşrik Arap töresi) başka pratikte bir devlet ve hukuk kavramları yoktu. Ortada bir devlet varsa bir de o devletin hukuku olması gerekir. İşte mezhepler, Kur’an-ı Kerim’e ve Sünnet-i Nebevî’ye aykırı olmamak kaydıyla devlet ve toplum idaresine dair dünyevî meseleleri sonuçlandırmak için müçtehid ve fâkihlerin yorumlarını ve verdikleri hükümlerini içerir. Pekiyi, Mü’minlerin uyması gereken âmir hükümler hangileridir? İmanın ve İslâm’ın şartları, Kur’an’da belirtilerin emir ve yasaklar. Bu âmir hükümler arasında devletlerin, paranın, şirketlerin ve savaşların idaresine dair mezhep hükümleri sayılabilir mi? Hayır, çünkü bu konuda âmir hükümler olmadığı, sadece soyut bazı prensipler (ulûl emre itaat, adalet, paylaşım vb) olduğu içindir ki, bu iş Hoca’ların yorumlarına kalmıştır. O zaman Şeriat Hukuku İslâm’ın olmazsa olmazı değilse, aksine belli bir iktisadi ve siyasi nizamın tanzimi için Peygamber Efendimiz’den 100 küsur sene sonra belirlenmişse, İslâm’ın hakkıyla yaşanması için Şeriat Devleti gerekir mi? Hayır…
İkinci sorunun cevabı: Klasik çağında Osmanlı Devleti bir İmparatorluk rejimidir… Burada Padişah’ların Kanunnameleri esas idarî hükümleri içerir. Zaten Sünni geleneğin devlet – din ilişkilerine dair düzenlemeleri, esas olanın devletin koyduğu kanunlar olduğunu va’z eder. Mezhep hükümleri medeni hukuk meselelerinde, daha çok özel kişiler arasındaki ilişkilerde hakimdir. Onun dışında dini kurumlar devlet memurları ile idare edilir, devlet dini bir politika aracı olarak kullanır. Bu yaklaşım Ortodoks Kilise’sinin yaklaşımına benzer. O yüzden Osmanlı, bugünkü mütedeyyin/muhafazakâr olma iddiasındaki kesimin iddiasının aksine bir Şeriat Devleti değildir. Bugünkü anlamda bir laik devlet de değildir, tıpkı Türkiye Cumhuriyeti’nin de hiçbir zaman tam anlamıyla laik olmadığı gibi…
Karşı cenaha gelince, yerim kalmadığı için kısa geçeceğim. Cumhuriyet’ten önce Türk namına bir şey yoktu iddiası bütün Türk tarihine ve büyük Türk milliyetçisi Atatürk’e hakarettir. Bugüne kadar Atatürkçülük adına konuşanlar, aslında, Batılı yaşam tarzını savunanlar, NATO’cu Atlantikçi vesayet sisteminden nemalananlardır. Bunlar kendilerini solda görürler. Ne gariptir ki Atatürk solcu değildir, kendi sözleriyle “Türkiye Cumhuriyeti’nin mefkûre-i resmîsi (resmî ideolojisi) ilmî Türkçülük’tür.”, demiş bir adamdır. Atatürk anti-emperyalistken, birçok Atatürkçü olduğunu iddia eden kişi NATO’cu, AB’ci, sosyal demokrat ve küreselcidir. Atatürk’ün dine karşı bir tavrından ziyade, tarikat ve cemaatlere karşı bir tavrı vardır. Zaten isyanlar da hep tarikatçılar eliyle kotarılmıştır. Atatürk bir Osmanlı Paşa’sı ve Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı’nın devamı, hatta yenilenmiş halidir. Sonuç: Ne şeriatçılık dinin bir cüz’üdür ve Osmanlı da Şeriat Devleti idi ne de Atatürk sosyal demokrat bir batıcıdır ve Atatürkçü kitle de Atatürk’ün temel prensiplerini takip etmektedir. Bu yüzden meydandaki bir kayıkçı kavgasıdır.