Geçtiğimiz hafta sonu cumartesi gecesi Ukrayna'nın Başkenti Kiev'de milyonların gözü önünde bir Luis BUNUEL filmi izler gibi izledik Liverpool-Real Madrid maçını.
90 dakika içinde hiçbir şey rutin değildi. Romantik Liverpool severler ile realist Real severler en uç duygularda gezindi durdular. Bunuel filmlerinde sıkça gördüğümüz moral bozukluğu alt planları her dakika yayıldı tribünlerden ekranları başındaki futbolseverlere.
Taraflardan birisi; idealist bir antrenörün kurguladığı, takım oyunu içerisinde bireysel yeteneklerin becerikli ayakları ile sonuca gitmeye çalışan, sahanın her yerinde yardımlaşma ve pres yapan, dikine oynama konusunda, klasik İngiliz kanat futbolunu bir “tık” daha ileri götüren deneysel bir çaba içerisindeyken, diğeri; görece daha “papaz” bir ekibe ve Makyavelist bir geleneğe ait olduklarından genetik kodları gereği bu tür final maçlarında ne yapması ve nasıl yapması gerektiğini ezbere uygulayan adamlardan! kurulmuştu.
Maç başlamadan hazırlanan hem göze (Dualipa Hanım’ın konseri ve dans şovu), hem kulağa (Two Chellos) hitap eden mini programlarla milyonlar ortama ısındırıldı. UEFA’nın iki prensinden Sırp (Milorad MAZIC) olanı yönetiminde başlayan karşılaşmada ilk on dakika içinde Real Madrid neredeyse top göremedi, Liverpool ve Kloppo dersine iyi çalışmış ve Mo SALAH-Mane-Firmino triosu ile duruma vaziyet etmekteydiler. 24 dakika içinde Navas’ın koruduğu kaleye tam dokuz şut çekmişlerdi, Real’in buna cevaben, Ronaldo’nun direği yalayıp giden sağ çaprazdan vuruşu dışında bir girişimi olamamıştı.
İşte ne olduysa 24. dakikada oldu, milyonların ve hakemin gözü önünde Sergio RAMOS isimli “hırsız” maçın bütün akışını ve başrolü çaldı. Tam da kendisinden beklendiği gibi “pis” bir numara ile dünya futbolunun yeni gözbebeği ve Liverpool makinesinin ana dişlisini (Muhammed SALAH) sakatlayarak devre dışı bıraktı. Ramos’un Salah’a yaptığı hareketi bizim Kırkpınar’da pehlivanlar birbirine yapsa meydan hakemi yapanı diskalifiye ederdi muhtemelen. Pepe’nin islah-ı nefs edip Türkiye’ye hicretinden sonra “pislik” kontenjanını tek başına sürdüren Ramos pis pis sırıtmaktaydı, Salah (ve milyonlar peşinden) gözyaşları içinde sahayı terk ederken.
Ardından büyü bozuldu ve yakışıklı prens hızla bir kurbağaya dönüştü. Bildiklerini unutan ve akılları arkadaşlarına yapılan muamelede takılı kalan Liverpoollu oyunculara en büyük ihanet bu sefer kendi içlerinden geldi. Kaleci Karius topu oyuna sokmak isterken pres yapan Benzema’nın ayağına çarptırıp topu kendi ağlarına göndertti. Bu sefer de “soytarı” sahne almıştı Kiev’deki orta oyununda. Bir çuval incir nasıl berbat edilir dersi vermekteydi tek başına tüm dünyaya.
Neyse ki Mane, hemen beş dakika içinde maça dengeyi tekrar getirdi ama o sırada “Kral” oyuna dâhil olmuştu sessiz sedasız. Girdiğinin dakikasında Marcelo’nun harika ortasına harika bir röveşata ekleyip soytarıyı bir kez daha çaresiz bıraktı. (gerçi bu golü galiba Manuel NEUER dışındaki tüm Alman kaleciler yerdi.) Garreth BALE yaptığı sansasyonel bol sıfırlı transferin ve Ronaldo’nun biraz gölgesinde kalmasına rağmen ona Ada’da niye “King” dediklerini o güzel vuruşla hepimize izletti.
“Kral” ve “soytarı” bununla yetinmedi elbette, hem Liverpool’un hem de milyonların tabutuna çakılacak son bir çivi kalmıştı 83. Dakikada onu da çaktılar el/ayak birliği ile. Hiç ilgisiz bir yerden Bale’in, “ya tutamazsa” diye çektiği sert şutu, Alman kaleci geleneğinin utancı Karius gerçekten tutamayarak sonucu ilan etti; 3-1
Böylece “ne kadar iyi bir takım olursanız olun ancak kaleciniz kadar iyisinizdir” hükmü bir kez daha geçerli oldu. Dünya Kupası başlayana kadar bununla yaşamaya alışmalıyız. Kim bilir daha neler bekliyor bizi?
Süper Lig’de Şampiyon olan Galatasaray’ı, ZTK Kupa galibi Akhisar’ı, Süper Lig’e terfi eden Ankaragücü, Erzurum ve Rize’yi, TFF 1. Lig’e çıkan Afyonkarahisar, Altay ve Hatay’ı tebrik ediyor, başarılar diliyorum.
Hepimize iyi haftalar.