Her televizyon kanalında her akşam aynı tipler, aynı isimler.
Suriye’de PKK/YPG ile mücadele, ABD ile ilişkiler, S-400 ve F-35 meseleleri…
Ardından Doğu Akdeniz’deki gerilim, Libya ile yapılan anlaşma vs. derken Türkiye’nin yeni gündem maddelerinden biri Kanal İstanbul oldu.
Ne yazık ki her konuda olduğu gibi Türkiye bu konuda da ikiye bölündü.
Karşı çıkanlar, destekleyenler…
Kimse içerikten doğru dürüst haberdar değil.
AK Parti’yi destekleyenler projeden yana, muhalefet ise karşısında.
Akşam şöyle koltuğa uzanıp televizyonun kumandasına basıp uzmanından bir iki bilgi edineyim diyorsun, ne mümkün.
Her televizyon kanalında her akşam aynı tipler, aynı isimler.
Bir kısmı bir kanala abone olmuş, bazısı bir akşam birinde, diğer akşam öbüründe, sonraki akşam bir diğerinde.
Her akşam aynı yüzleri, aynı isimleri görmekten, izlemekten gına geldi.
Hepsinin her konuya dair görüşleri var.
Hepsi her konunun uzmanı.
Konu bir cinayet oluyor, bakıyorsunuz hepsi cevval birer dedektif, birer adli tıp uzmanı kesiliyor.
Yeni partiler meselesi…
Hepsi siyaset bilimci.
ABD ile ilişkiler, Suriye, İran, Irak, Lübnan ve Libya’daki gelişmeler…
Hepsi birer uluslararası ilişkiler uzmanı.
Ve Kanal İstanbul meselesi.
Yine hepsi hem birer jeoloji mühendisi, hem çevre mühendisi, hem de uluslararası ilişkiler uzmanı.
Kanal İstanbul’un depremsel etkilerinden, çevresel etkilerine, Montrö sözleşmesinin güncellenmesinden rantsal etkilerine kadar hepsi her konuda her şeyi biliyor.
Allah için hiçbiri, “ya bu benim uzmanlık alanım değil, ben bu konuda bilgi sahibi değilim” demiyor.
Bilgi sahibi değilse de hepsi programa çıkmadan önce siyaseten kendi kulvarında duranlardan bir iki cümlesi öğreniyor. Saatler boyu papağan gibi aynı şeyleri tekrarlayıp duruyor.
Durum böyle olunca ülkemiz için büyük öneme sahip bir proje konusunda kimse sağlıklı bir bilgi edinemiyor.
İş, dönüp dolaşıp siyaseten pozisyon almaya varıyor.
AK Parti, 8 yıl önce konuyu gündeme getirdiğinde ana muhalefet partisi CHP’nin öncülük ettiği muhalefet cephesi ne diyeceğini tam bilememişti.
Kimi, Marmaray, üçüncü köprü, yeni havalimanında olduğu gibi AK Parti’nin her yaptığına karşı çıkma yaklaşımıyla tepki gösterme pozisyonu alırken kimi ise böyle büyük bir projeye karşı çıkmanın siyaseten kaybettireceği varsayımıyla susmayı tercih etti.
Ancak bu kez muhalefetin yaklaşımı pek öyle gözükmüyor.
CHP, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kazanmış olmanın verdiği özgüvenle konuyu AK Parti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için bir referanduma dönüştürme eğiliminde.
Ki, Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, açık bir şekilde “konuyu referanduma götürelim” dedi. Buradaki hesabın Kanal İstanbul’dan ziyade AK Parti ve Erdoğan’ın sandıkta oylanmak istendiği çok açık.
CHP, muhtemelen bunu bir genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçiminin de provası olarak kullanmak istiyor.
Öyle görünüyor ki Kanal İstanbul konusunda ok yaydan çıktı.
Bu saatten sonra AK Parti’nin projeden geri adım atması CHP’nin zaferi, projeyi hayata geçirmesi ise kendi zaferi olacak.
Dolayısıyla CHP’nin bu projeyi engellemek için her türlü yola başvurabilme ihtimalini öngörmek zor değil.
Hatta “Gezi”vari olaylarla karşılaşmak da sürpriz olmaz.
Türkiye için bu denli hayati bir projede konunun bilimsel olarak tüm yönleriyle masaya yatırılarak tartışılması, toplumun bu yönde bilgilendirilmesi yerine salt siyasi hesaplarla hareket edilerek toplumun kamplaştırılması ve belki de ülkeye devasa katkılar sunacak bir projenin engellenmeye çalışılmasının ülke için büyük bir talihsizlik olduğunu düşünüyorum.