Bazen yarı deli, bazen iyi bir gözlemci, bazen geleneksel değerlerin peşinde dürüst bir adam…
“benim nazariyem şudur ki, insanlar kainatın sahibi olmak üzere yaratıldıkları için, eşya onlara uymak tabiatındadır”
A.Hamdi Tanpınar /Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Modernleşen çağın sancılarını “abes” ile boca edip anlatırken kitap;
Saat, zaman ve insan kalır elinize.
Saatin kendisi mekan,
Yürüyüşü zaman,
Ayarı da insandır, zaman ve mekan insanla anlamlı kılınır.
***
Dünyayı yabancılaştıran ve onu eğlenceli bir alana götüren, bir araya gelmez gibi görünen şeylerin birleştirilmesi ile tanımlanabilen “goteks” tarzının, bizdeki ilk, hatta bana kalırsa hala tek temsilcisidir bu denli bir deha ile Tanpınar!
Batıda Paul Valery ile Marcel Proust gibi edebiyatı propagandada kullanmayan, “güzel sanat” diyen adamlardan esinlidir. “Dil edebiyatın ifade vasıtasıdır. İyi yazar odur ki, kullandığı vasıtanın bütün imkanlarını bilir” der. Ve absürt uyumsuzluk tiyatrosu tadı doğar bu çoklu okuma ve dile hakim dehadan böylece.
Enstitü çok da yoktur aslında kitapta, Huzur’daki Mümtaz’a oranla çok daha alt tabakadan hemhal olmuş İrdal’ın hatalı hayatının sonucu gibidir! De dahi hatalı bir binadır.
Çocukluğu perili masallar, gençliği “şerbetcibaşı” hikayesi… Hayatının kalanında, en ince detayına kadar tarif edilen ama yapmaya kalksan asla birbiri ile uyum içinde parçalarla bir bütün haline getirilemeyen bina, Enstitü… Ki denediğim vakidir. “Edebi metinler” dersinde ödev bilip mimari anlatısını, sarı kartonlar, şeffaf asetatlar, uhu ve makas edinip oturdum başına. Size garanti ediyorum yok öyle bir bina! İmkansızın yapılıp, Amerikalıların denetlemesinde kapatılmış olması da ayrı bir kinayedir kitapta.
Pek tabi atlanmamalı ki, bu ironi anlatı dünya edebiyatında yazarlığı değil, fikir adamlığı önde olanların tarzıdır.
Keşke sohbet etme şansımız da olsa idi diye hayıflandığım bir yıldız, Tanpınar, biz derinliklerine inemeden, ışığını alıp kaçmıştır! Kendisi ile tanışmamışı tanıştırmayı borç edinmem bu kaybımı telafi amaçlıdır!
*****
Aslında 50 yıllık dönemi kapsaması gereken hikayenin bir ömürden fazlaca alana yayıldığı anlaşılır okurken. İrdal, “hata” ettim dese de ilerler. Doğu- batı bocalamasındadır. “Sizler daima böylesiniz, ruhunuzu saran küçük duygular içinde büyük değerlerinizi kaybedersiniz” diye diye kaybetmektedir. Dörde bölünür kitap;
‘Büyük Ümitler’ Tanzimat öncesini
‘Küçük Hakikatler’ ve ‘Sabaha Doğru’ Tanzimat dönemini,
‘Her Mevsimin Bir Sonu Vardır’ ise Cumhuriyet döneminin başlarını ve devamını işler.
Bazen yarı deli, bazen iyi bir gözlemci, bazen geleneksel değerlerin peşinde dürüst bir adam… Tıpkı bina gibi İrdal’ın ne olduğunu da anlamadan biter hikaye. Fakat anlatmak istediği “öz”, okuyucu gülümsemekle oyalanırken, Tanpınar tarafından oya gibi işlenir gözlerinin arkasından bakanlara.
*****
Komik olmak için masal kalmaz Tanpınar, “saçma” ile dengededir. Mesela Dr.Ramiz’in Psikanalizi Nuh’un Gemisi gibi sunumu çok günceldir. Onlarca böyle adam gelir gözünüzün önüne ve yüzlerce hikaye! Yunan, Hint, Avrupa felsefesinden didik didik bahseden bir bilgeye dönüşür. İçinize işler! Güldüğünüz abesin alt okumalarından bilgi akar.
“-Ama doktor bey ben hasta değilim...
-Hastasınız… Psikanaliz çıktığından beri hemen herkes az çok hastadır”
Çünkü bilgi ile hakikat Walter Benjamin’in “dil felsefesinde” olduğu gibi Hayri İrdal’da da farklıdır. Yani hakikat muhatap ister, bilgi senden bağımsız orada duruyordur.
“Çok dikkat ettim, masallar adla başlar. Ceketinize veya boyun bağınıza eskiliği veya güzelliği yüzünden bir ad verin, derhal hüviyeti değişir, bir çeşit şahsiyet olur.”
Yani, en basitinden bir kaşkol bilgisini bile hakikat haline getirebilme sırları ile hayata nasıl farkında olmadan sinir uçlarından dokunduğumuzu sokar gözümüze. Ve bu farkında olmadan edindiğimiz bilgeliği farkına vararak yapabilsek, bize açacağı zihinsel şölenlerin müjdesini verir.
İçinize, içimize…
Neticede; “içten gelen her şey doğrudur azizim”
*****
Fakirliğimizi de severiz içimizden gelenleri sevdikçe.
Fakirliğin başlıca ayrıcalığı Hürriyettir İrdal’a göre! Öyle siyasetin kullandığı hürriyet değil; bu, eşyanın özündeki bilgi gibi, adamın özündeki HÜRRİYET!
" Onu politikaya mahsus bir şey addedenler korkarım ki, hiçbir zaman manasını anlamayacaklardır… Meğer ki dünyanın en kıt nimeti olsun ve bir tek insan onunla şöyle iyice karnını doyurmak istedi mi etrafındakiler mutlak surette aç kalsınlar. Ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtlarının altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. Evet, bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği hâlde, yedi sekiz defa geldi! … Nereden gelir? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrar elimizden alır… Nihayet şu kanaate vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur… Bir nevi snobizmden başka bir şey değildir."
Hakikaten muhtaç olsa idik o gelişlerinden birinde adam akıllı yakalar bir daha ayrılmazdık… Benim çocukluğumun hürriyeti bu değildir işte… Tıpkı ağaçtaki kuş sesi… Suda aydınlık gibi… Sonraları bende kaybettim der, ama o bana hiçbir şeye sahip olmadan ve hiçbir şeye ait olmadan yaşamayı öğretti!
O, bana da hiçbir şeye sahip ya da muhtaç olmadan yaşamayı öğretti!
***
Hürriyetini vermeyi bile kendi hürriyeti ile yapanların onuruna…
***