Kendi içindeki mazlum insanlara karşı uyguladığı zulüm ve haksızlıklardan dolayı Çin'den açıkçası pek hazzetmiyorum.
Uygur Türklerine, Tibetlilere ve hatta bunlar dışındaki kendi halkına ve hatta oradaki hayvanlara ettikleri katmerli eziyetler yüzünden. Normal bir insanın ruhunu yaralayacak ve psikolojisini alt üst edecek türden insan hakları zulümleri için. Fakat işin ilginç yanı buradan ilginç filozof ve düşünürlerde çıkıyor. Lao Tzu’da belki bunlardan birisi. Tzu öküzün sırtına, ta o zamanlar bindi batıya gitti, bir daha da hiç Çin’e dönmedi rivayetlere göre.
Belki de Çin’in bu halini taa o zamanlar, çok eski tarihlerde öngördü. İşin o kısmından o kadar da emin değilim bu arada. Çünkü yaşadığı döneme ait çelişkili bilgiler var. Ben işin başka yanındayım. İşte bu Lao Tzu’nun çok sevdiği ve anlattığı bir öykü okumuştum bir ara. O öyküden çıkartılacak epeyce dersler var bana kalırsa. Ben sadece bu öyküyü anlatayım. Gerisi sizlere kalsın. Lao Tzu bu öyküyü çok sever, etrafına da kimi zaman anlatırmış. Öykü şu:
Bir köyde bir yaşlı bir adam varmış… Çok fakir… Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki kral bile onu kıskanırmış. Kral at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.
“Bu at, bir at değil benim için… Bir dost. İnsan dostunu satar mı?” Bir sabah kalkmışlar ki at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış. Köylü “Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün onuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var ne de atın” demiş.
“Karar vermek için acele etmeyin. Sadece at kayıp deyin. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.” Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan on beş gün geçmeden at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de vadideki on iki vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler. Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var demişler.
“Karar vermek için yine acele ediyorsunuz. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?” Köylüler bu defa ihtiyarla açık açık dalga geçmemişler ama içlerinden sahiden akılsız diye geçirmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler yine gelmişler ihtiyara;
“Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın.” Yaşlı adam “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz. O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı, gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.” demiş.
Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş. Giden gençlerin ya öleceği ya da esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler yine ihtiyara gelmişler.
“Yine haklı olduğun kanıtlandı. Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.” Yaşlı adam “Siz erken karar vermeye devam edin. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olacağını sadece Allah biliyor.” Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatle tamamlarmış, etrafına anlattığında:
“Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi dolayısıyla gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir, insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken yenisi açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”
***
İhsan Şurdum ilk kez resimlerini sergiliyor. Ailecek gidilerek gezilebilecek bir sergi. Nişantaşı’nda F Sanat Galerisi’nde görücüye çıkmış. Hakikaten güzel resimler var.. Güzel bir sergi, ben de gittim gördüm. Sonbahar tonları ağırlıklı “Huzur ve Hüzün” tonlu bir sergi bana kalırsa. Resimlerin çerçeveleri de ilginç. Bazı resimlerin ruhuna uygun olarak dizayn edilmişler gibi. Kimilerinin çerçeveleri 40-50 yıllık. Daha eski olanlarda var. Hasıla 30 yıllık bir emek ilk kez sergileniyor.. Yolunuzu gözlüyor. 24 Şubat 2018 tarihine kadar gezilip, görülebilir.