Türkiye Cumhuriyeti, son on yılını savaşlarla geçirmiş, en az bir neslini savaş meydanlarında şehit vermiş bir devlet olan Osmanlı'nın bakiyesi olarak kurulduğunda, ne devletin ne de halkın savaşacak tâkâti kalmamıştı.
Türkiye Cumhuriyeti, son on yılını savaşlarla geçirmiş, en az bir neslini savaş meydanlarında şehit vermiş bir devlet olan Osmanlı’nın bakiyesi olarak kurulduğunda, ne devletin ne de halkın savaşacak tâkâti kalmamıştı. O kadar ki, onca şehit ve gâziye karşılık elde edilen zaferler sonrasındaki pazarlıklarda, bu hâlimizin müsebbipleri, sırtlanlara rahmet okuturcasına üzerimize saldırdılar.
Sonuçta belki de en düşük sosyal sermâye ile kurulan Türk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti ortaya çıktı. Nice hedefler konuldu. Muasır milletler seviyesine ulaşmak ve o seviyeyi aşmak merkezli hedeflerle nice adımlar atıldı. Bu hedeflere ulaşmak için de barış, huzur, istikrar gerekiyordu. Bu yüzden, hem içeride hem de dışarıda ılımlı bir siyâset tâkip edildi. Hem yurtta hem de dünyâda barış olsun istendi. Ancak bu şekilde son iki yüz yıl yenile yenile son on yılda bükülen belimizi doğrultabilecektik.
Fakat şunu unutmamak gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti, Millî Mücâdele dediğimiz bir savaşlar ve zaferler silsilesinin ardından kuruldu. Cumhuriyetimizi kuran kadronun büyük çoğunluğu askerdi. En iyi bildikleri şeyi savaşmaktı. Amaç, barışı tesis etmekti, ama yöntem savaşmaktı.
Savaş ve Barış
Savaşta zafer elde etmek için güçlü olmak gerektiği gibi, barış yapmak ama ezilmemek için de güçlü olmak gerekir. Bir bakış açısına göre, insanlık târihi süregelen bir savaşın târihidir. Barış dönemleri, bu savaşa verilen aralardır. Barış bozulunca aynı savaş, başka bir isimle devam eder. Bu yüzden bu sürekli savaşta sürekli güçlü olmak gerekir.
Bu, Savaş Çığırtkanlığı Değildir
Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası siyâsetteki düstûru olarak görülen “yurtta sulh, cihanda sulh”, barış için dengeleri azamî derecede gözetildiği bir yaklaşımdır. Kaderinde savaşın kaçınılmaz olduğu Mezopotamya ve Doğu Akdeniz coğrafyasında son dönemde yaşanan süreçte yaşananlar, “sözde barış” için çıkartılan bir yangındır. ABD’nin “barış” istemesinin siyâsî literatürdeki karşılığı, sâdece savaş değil, orantısız gücü ile dökeceği kandır.
ABD bugüne kadar bütün savaşları, kendine hizmet edecek “barış” için çıkardı. Dahası, bugüne kadar “büyük âbi” tafrası sebebiyle tepki almadı. Ancak artık arkasında durduğu İsrail’in işgâlci ve terörist olduğunu haykıran bir dünya var. Bu dünyânın kulakları yakın bir geçmişte ”Dünya beşten büyüktür” sloganıyla bu haykırışa hazırlandı. Bu haykırış, bir savaş çığırtkanlığı ve barış karşıtlığı değildir. Karşı tarafın attığı adıma ve nicedir akıttığı kana ve gözyaşına bir cevaptır. Bu haykırış, mazlumun güçlü olup barış istediği dönemin başlangıcıdır.
ABD çıkardığı hiçbir savaşta “kurtuluş” (felâh) amaçlamadı ve dolayısıyla bu savaşların sonunda “düzelme” (salâh) olmadı. Zira karşısında eşit keyfiyette ve kemmiyette bir rakip yoktu. Tâbir-i câizse, kendi çalıp kendi oynadı. Kendi savaşıp kendi zafer kazanıyordu.
Abdülhak Molla’dan Atatürk’e
Abdülhak Molla’nın (1786-1854) şu sözü tam da yazının özetidir:
Bu mesel ile bulur cümle düvel fevz-ü felâh
Hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ü salâh
Yâni bütün devletlerin kurtuluşu şu sözdedir ki, barış ve düzelme istiyorsan savaşa hazır ol, diyor Abdülhak Molla.
Şimdi söyleyenin isminde “molla” olduğu için bu sözden rahatsız olanlar olabilir. Onlara da şunu söylemek yeterli olacaktır. Mustafa Kemâl, bu beyti 1 Mart 1922 târihli TBMM konuşmasında okumuştur.
Şartlar neyse, tavır da ona göre değişir. Ne Abdülhak Molla ne de Atatürk, savaş sevdâlısı değildi. Ama karşı taraf saldırırken, bizim elimizin armut toplamaktan başka şeyler yapması gerekir. Hiçbir sebep yokken Kudüs hamlesini yapan ABD’nin, İstanbul’da olağanüstü zirvede toplanan İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıma kararından sonra iyice kuduracağını söylemek için kâhim olmak gerekmez. Hele hele IMF’ye borcunu ödeyip târihindeki en düşük fâiz seviyesine gerileyen Türkiye’ye bile tahammül edemeyip Gezi Olayları’nı çıkaranlar, İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın aldığı kararda öncülük yapan Türkiye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın arkasından olmadık oyunlar oynayacaklarını söylemek için Nostradamus olmaya hiç gerek yok.
Kısacası her an hazır olmak gerek cenge…