Mevlana diyor ki;
Hakikat yaradanın elinde bir aynaydı, ayna düştü ve paramparça oldu.
Herkes eline bir parça alıp baktı ve hakikati bulduğunu sandı.
Herkesin "hakikati" dediği ayna parçası, kendine.
Ne güzel demiş, değil mi?
Kimse kimsenin kalbini kırmasın, hayat nedir ki, sadece birbirimizin kapısına kadar geçirmeden ibarettir…
Diye...
Söylenip dururken, kendimizi bunlara kandırırken, sosyal medyada bu sözleri paylaşırken, sanki payımıza düşen kırık ayna parçasına baktığımızda, hepimiz tek tek çok doğru insanlarmışız gibi, bi atar bi gider ve herkese ayar çekerken.
Durum hiç de öyle değil.
İnsanoğlu, insankızı, hepsi silahlanmış haberimiz yok.
Ellerinde bir cep telefonu, nasıl yapalım nasıl edelim, kime nasıl ateş edelim, canını acıtalım, yok edelim diye uğraşıp duruyor.
Klavye ucuz kahramanları.
Sabah klavyenin başına geçiyor, başlıyorlar sağa sola ateş etmeye.
Alişan, karısı karnı burnunda hamile. Adam önce bu aileye, bebeğe, hakaret ediyor sonra bakalım ne zaman boşanacaksınız diye yazıyor.
Kadın bana, Funda hanım sizi polise hakaret eden, avaz avaz bağıran kadına benzettim diye yazıyor. Kadının benzettiği kadına bak, cevap veriyorum, bu ne utanmazlık, bence kendine benziyordur, annene benziyordur, herkesi birilerine benzetme merakından vazgeçin, çok ayıp diyorum.
Ben sizi çok seviyorum diyor, şuursuz.
Niran Ünsal ve kardeşi Haktan arasındaki kardeş sorununa burunlarını sokup, onun sayfasına onu, bunun sayfasına bunu yazarak, kardeşlerin birbirine girmesinden, zevk duyarak yazdılar.
Oyuncu Şürkan Ovalı üç ay önce doğurmuş, yeni lohusa kadına, sen estetik yaptırmışsın, yeni anne olmuşsun, utanmıyor musun diye ne hakaretler etmişler, neler yazmışlar..
Kadını adeta linç etmişler…
Hangi örneği yazsam bilmiyorum...
Her hafta, bir kişinin lime lime edildiği, linç edildiği sosyal medyadaki silahlı insanlar.
Devamlı sıkıyor.
Hiç tanımadığınız insanlar, sabah uyanıyor ya hakaret ediyor ya canınızı sıkıyor..
Herkes herkese hakaret ediyor, herkes herkesi ısırıyor, herkes herkesin canını acıtıyor.
Silahsızlanma falan derken, esas kalplerin kötüleşerek silahlandığını gözden kaçırmışız.
İnsanlar sevgisizleştikçe, silahlarının mermileri çoğaldı.
İnsanların dengeleri bozuldukça, denge dengesizleşip, kötülük yayıldıkça, dal kırılmış, ağaçlar kurumuştu…
Kalpler katılaşıp, nefesler daraldıkça, iyi ruhlar kayboldu ve iyi insanlar soldu, arada kaybolup gittiler.
Bu kadar vahşileşirken, ülke insanları olarak, ortak dertlerimize hep beraber, "ortak" ne kadar üzüleceğiz, "ortak" sıkıntılarımızın beraber el ele nasıl atlatacağız?
Eller çözülüyor.
Kalpler soğuyor.
"Ortak" duygumuz azalıyor.
Aman dikkat.
Yağmur yağdığında şemsiyemizi paylaşalım, şemsiyemiz yok ise yağmuru paylaşalım.
Anladınız mı?
Funda'nın aklına takılanlar...
... Canımın Müge Anlı'sını, sabah olsun, saat 10.00 olsun diye heyecanla bekliyorum ve izliyorum.
Programda inanılmaz hikayeler var.
Bu hafta, 24 yaşında, burnu hızmalı gepgenç çok güzel bir kız var.. 4 yaşında oğlu varmış, çocuğunu babası göstermiyormuş, anne çocuğunu yanına almak istiyormuş.
Ah canım diyorum, ne güzelsin ne kadar gençsin, bu yaşta 4 yaşında çocuk sahibi olmuşsun...
O masum yüzlü kız anlatmaya başlıyor...
18 yaşında evlenmiş, kocası da genç, bir çocukları olmuş, kadın çocuğunu alıp evden kaçmış, önce kadın sığınma evine yerleşmiş, sonra sokaklarda kalmaya başlamış.
Müge soruyor, neden kadın sığınma evinden çıktın, neden sokaklarda yaşıyorsun.
Çocuğum bronşit, çok ağlıyordu, mama da vermiyorlardı ben de yanıma aldım sokağa çıktım.
İnanılmaz değil mi?
Sonrası, kocasını canlı yayına bağlıyorlar, genç kadın diyor ki, babası zaten sen değilsin, ben evliyken başka adamla beraber oldum, bu kocam denilen adamla evliliğim süresince hiçbir ilişkimiz olmadı, zaten kısır...
Beraber olduğum adam madde bağımlısı ve satıcısı idi diyor.
Ben bakamıyorum, sokaktayım diye ona bıraktım diyor.
Telefona kadının şimdiki sevgilisi adam bağlanıyor, adam evli 3 çocuk sahibi, kadının kocasından hesap soruyor, sana ait olmayan çocuğu kadına bırakacaksın diyor.
Ağzım açık, algım karışık, karmakarışık düşüncelerle genç kadına bakakalıyorum.
Ahlak üzerinden kimseyi yargılamak istemem, ama bu hikaye bana biraz fazla geliyor.
Genç kadın avaz avaz, pişkin pişkin, sen biliyorsun, bu çocuk senden değil diye bağırmasa, bunları asla yazmayacağım.
Kızlarımız darmaduman.
Ahlak sensörleri “erör” veriyor.
Size hayatı nasıl öğretmişler, siz aile ahlakı, kadın ahlakı, anne ahlakını nasıl anlamışsınız.
Dallarınız kırılmış, ruhunuz çöpe gitmiş.
Gencecik kaybolmuşsunuz.
Öyle bir kanun çıkarılmalı ki, çocukları bu hale gelen anneler babalar hakkında dava açılmalı.
Sabrını sevdiğim Müge, iyi ki varsın.