Son dönemde "Abant Sofralarının" eski müdavimi bazı liberal-sol "aydınlar" (şu liberal solun ne olduğunu, sosyalist teoride neye karşılık geldiğini birisi anlatsa da öğrensek; DMD.), tarafından pişirilmeye çalışılan bir "Yeni Çözüm Süreci" söylemi tedavüle çıktı.
BİRİNCİ BÖLÜM
Son dönemde “Abant Sofralarının” eski müdavimi bazı liberal-sol “aydınlar” (şu liberal solun ne olduğunu, sosyalist teoride neye karşılık geldiğini birisi anlatsa da öğrensek; DMD.), tarafından pişirilmeye çalışılan bir “Yeni Çözüm Süreci” söylemi tedavüle çıktı. Hiç kuşkunuz olmasın bunu “Kıbrıs’ı verelim!” ve “FETÖ’cülere af!” çığlıkları da takip edecektir. Seçim sath-ı mailine girerken memlekette yükselen milli mutabakat ve milletin bu mutabakat etrafında toplanması bazı kesimleri endişeye sevk etmiş olmalı. Bu, bizim ülkemizde, endişeli demokratlardan endişeli İslamcılara (gül kokuları içinde çok kararlı bazı “aydınlar”), “çevreci – feminist ve katılımcı demokrasi içinde devrim” dinamiklerini savunan uyuşturucu kaçakçılarından kimi NATO’cu çevrelere kadar bütün kesimleri bir muhalif Proje Lider etrafında birleştirme stratejisinin başlangıcını bize sunmaktadır. Bu konuda daha sonra yazacağım. Ancak Kaplan nâm garibana kendi yoldaşlarından gelen saldırılar, bu devrimci yoldaşların tıpkı “ılımlı İslam” benzeri bir “ılımlı Sosyalizme” yöneleceklerine dair bazı imalar içermektedir. Buradan eskisi ve yenisi ile sağın ve solun bütün renklerini, seçime çok az bir zaman kala ortaya çıkacak “Macron benzeri” bir genç “Proje Lider” etrafında birleştirme sürecine dair emareler okunmaktadır. (Bunu HDP seçmenini ABD patentli genç bir “Beyazlatılmış Türk’e” oy vermeye sevk etme gayretiyle Mezopotamya’nın ilkel feodal tepkilerini minimize etme çabası olarak yorumluyorum.)
Bugünkü konumuz Güneydoğu Meselesidir. Bu mesele özünde haklar meselesi değil, safi iktisadi gelişmişlik meselesidir. Gelir dağılımında eşitsizliğin ve kaynak tahsisinde adaletin sağlanması, hızlı kalkınmayla birlikte, meseleyi kökünden çözecektir. PKK meselesine gelince… Hemen fikrimi söyleyeyim: 40 yıla ulaşan PKK kalkışması ne Kürt halkının kültürel halkları ve kalkınması, ne insan haklarının bütün Türkiye’de hayata geçirilmesi ne de tam katılımcı demokrasi talebine dayanmaktadır. Bu kalkışmanın tek amacı vardır: Önce Türkiye’de sonra da bütün bölgede bağımsız bir PKK Devleti kurmak. Kimse kusura bakmasın, hiçbir devlet buna müsaade etmez. Varsa gücün, o gücünü kullanarak devlet kurarsın, yoksa telef olur gidersin.
Biz hep Güneydoğu Meselesini Türkiye şartlarında değerlendiriyoruz. Bu durumda, bu mesele üzerinde kalem oynatan bazı “aydınlatılmışlar” (Bu arkadaşları kim aydınlatmış acaba?, DMD), dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir devletin bu tür durumlarda vereceği tepkilerin ne olduğunu görmemeye ve göstermemeye çalışmaktadırlar. Bence bir fantezi kuralım ve örneğin Almanya’da böyle bir durum olsa neler olabileceğini düşünelim.
Alman kimliği yüzyıllar boyunca oluşmamıştı… Öyle ki bugünkü milli marşlarının sözlerini oluşturan Hoffman’ın şiiri Almanya’da uzun yıllar yasaktı. Çünkü Almanya’da ilk çağlardan beri ilkel kabile bağları ve derebeyliklere dayalı parçalı bir yapı vardı. Almanlıktan önce “Bavyeralılık”, “Renlilik”, “Prusyalılık”, “Saksonyalılık” ve benzeri öncelik taşımaktaydı. Zaman içinde, 19’uncu asrın ikinci yarısında, Prusya militarizminin baskıcı yönetimi altında “Almanlık” zorla kabul ettirilmişti. Hitler zamanında ise federal yönetim yapıları da ortadan kaldırılıp tam merkezi idareye geçilmişti… Ta ki İkinci Savaş felâketle sonuçlanana dek.
Yıl 1946… II. Savaş bitmiş… Almanya yıkıntılar içinde… ABD güdümünde ve vesayetinde bir işgal rejimine dayanan Federal Cumhuriyet kurulmuş… Bavyera Bölgesi Almanya’daki en eski krallık olarak siyasi imtiyaz istemekte, diğer bölgelere göre çok farklı bir iklim, farklı bir diyalekt ve farklı bir mezhebe sahip olan halk kendini Alman görmemektedir. Ülkede savaş sonrası kurulan rejimde üç kesim bulunmaktadır: Bir, Amerikan vesayet rejiminde zenginleşen ve idare noktalarına yerleşen işbirlikçi azınlık (Bunlara Beyazlatılmış Almanlar diyelim, DMD); iki sistemden nemalanmayan, dar gelirli ve küçük tüccarlara dayanan geniş bir çoğunluk ve üç Rusya güdümündeki bir avuç Sosyalist Devrimci. Sosyalistlerin halk içinde desteğinin olmadığı bir durumda, (Sosyalist teorinin söylediğinin tersine) bu bir avuç sosyalist devrimcinin işçi sınıfına dayalı siyaset değil de başta Bavyera olmak üzere etnik ve dini farklılıklara dayalı bir siyaset güttüğünü varsayalım. Öte yandan ülkedeki dar gelirli ve küçük tüccarları temsil eden muhafazakâr bir siyaset damarının ortaya çıktığını, bunların Alman milletini hızla kalkındırmayı ve Amerika’nın kurduğu işgal rejiminden kurtulmayı hedeflediğini düşünelim. Ülkenin kalkınması ve gelirin daha adil dağıtılmasını hedefleyen bu siyasi yapı seçimlerde hep galip gelmektedir. Bu ABD’nin işine gelmez, Almanya’yı ayağa kaldırmadan hep kendisine muhtaç kılmayı amaçlar. Kendi kurduğu saadet zincirinden nemalanan Beyazlatılmış Almanlar da köylülerin ve küçük tüccarların temsilcilerini istemez. İktidardaki muhafazakârlar da, siyasi olarak karşı olsalar bile kalkınma için Rusya’yla iktisadi ilişkiye girerler.
(Devamı Çarşamba’ya)