Gelecek yirmi yılda Altıncı İmar Dalgasının yeniden şekillendireceği siyaset için önemli olan temel noktaları açıklamaya başlamıştım.

Gelecek yirmi yılda Altıncı İmar Dalgasının yeniden şekillendireceği siyaset için önemli olan temel noktaları açıklamaya başlamıştım. Tekrar beyan etmem gerekirse, bunlar benim şahsi görüş ve tahminlerimdir. Ancak bu tahminler çeşitli araştırma ve anketlerden elde edilen verilere ve benim şahsi gözlemlerime dayanmaktadır. Bu görüşlerimde yanılabilirim ancak bilinmesi gereken şudur ki önümüzdeki yirmi yıl kalkınma sürecimizde, toplumsal taleplerde, devletimizin jeo-politiğinde önemli değişimlere yol açacaktır. Binaenaleyh, önümüzdeki yirmi yıla damga vuracak siyaset Altıncı İmar Dalgasının ruhunu yansıtacak siyaset olacaktır. Bugün ekonominin gerçekleri ve devletin jeopolitiği ile devam edeceğim.

EKONOMİNİN GERÇEKLERİ

Doğal büyüme hızının yüzde 5’ten yüzde 7’ye çıktığı bir ekonomi nasıl kurulur?

Büyüme iktisadında hemen hemen her görüşten iktisatçının üzerinde karar birliğine vardığı temel kurallardan biri bir ülkenin doğal büyüme oranının (uzun dönem potansiyel üretimde büyüme oranı) nüfus artış hızı, amortisman oranı, teknolojik gelişme hızı ve işgücünün verimlilik oranının artış hızının toplamına eşit olduğudur. Potansiyel üretim ise ülkenin reel üretim kapasitesidir ki, ülkedeki verimli toprak, sınai üretim tesisleri, mevcut nüfusun üretim kalitesi ve miktarı ile teknoloji düzeyine bağlıdır. Doğal büyüme oranı üç ayda bir açıklanan büyüme oranlarını göstermez. Onlar ekonomideki vatandaşların harcamalarının ne kadar arttığını gösterir. Bazı dönemler (para basarak, dış borç alarak ya da ülkenin servetini satarak) büyümeyi doğal büyüme oranı üzerine çıkarabilirsiniz. Ama doğal büyüme oranı değişmezse takip eden dönemlerde büyüme oranlarınız doğal büyüme oranı altında kalır. Türkiye’de doğal büyüme oranı 1923’ten bu yana yüzde 5’tir. Gelişmiş ülkeler arasına adımızı yazdırmak istiyorsak bu oranı yüzde 7’ye çıkarmalıyız. Hedefe ulaşmak için kolay yol nüfus artışını teşvik ve amortisman oranını arttırmaktır. Nüfus artışının teşvik edilmesinin ne olduğu herkes tarafından bilinir: Daha fazla çocuk yapın. Amortisman oranını arttırmanın kolay yolu ise ekonomik ömrü dolmamış alt yapı sermayesini yenileyerek (örneğin bir havaalanını yıkıp başka havaalanı yapmak, kaldırımları söküp tekrar takmak veya Boğazın yanına yeni bir boğaz kazmak benzeri yatırımlar) elde edilir. Bu ikisi de doğal büyüme oranını arttırsa da ortalama vatandaşın kişi başı gelirini düşürür. Yani fakirleştiren büyüme! Zor ama doğru yol ise teknoloji gelişime hızı ve işgücü verimliliğinin artış hızını arttırmaktır. Bu ise teknoloji yatırımları, eğitim ve bilimsel üretimin kalitesini arttırmakla olur. O yüzden Türkiye daha fazla kaynağı eğitim ve teknoloji yatırımlarına ayırmak zorundadır.

Kronik cari açık ve dış borç sorunun çözüldüğü bir ekonomi nasıl gerçekleşir?

Büyüme oranını arttırmak kadar onu istikrarlı kılmak da önemlidir. Türk ekonomisinin en temel problemi kronik cari açık ve bunun sonucunda oluşan dış borç yüküdür. Yüksek dış borcu olan, yüksek teknolojili sermaye malları ve enerji hammaddesinde dışa bağımlı olan ekonomiler düzenli aralıklarla artan dış borca dayalı dış ödemeler ve döviz krizlerine maruz kalırlar. Bu da büyümenin istikrarsız olmasına yol açar. Türkiye örneğinde bu 7-11 yıl aralıklarla tekrarlanan krizler anlamına gelir. Türk ekonomisi bu dönemlerde 5-7 sene boyunca yüzde 7-8 büyüme oranını yakalayıp sonraki 2–4 senede yüzde 0-2 büyüme oranlarını tecrübe etmektedir. Bazı durumlarda ise büyüme negatif oranlara, yani küçülmeye de dönüşmektedir. Enerji hammaddesinde dışa bağımlılık alternatif enerji kaynaklarının kullanımı ile gerçekleşebilecekken, sermaye mallarında dışa bağımlılığı da sermaye malları üretimine daha fazla kaynak ayırarak uzun dönemde çözebiliriz. Bunun yanında cari fazla vermeyi hedefleyen politikalar da geliştirilmesi gerekir.

Önümüzdeki 20 senede kendini besleyebilecek tarımsal üretime sahip bir ekonomi çok önemlidir!

Türkiye’de son yirmi yılın temel politika trendi daha fazla insanı kırsal alanlardan şehirlere yönlendirmek sonucunu getirmiştir. Bu hem inşaat ve konut sektörünün kârlarını arttırmıştır hem de kişi başı tarımsal üretimin hızla düşmesine yol açmıştır. Şu anda 500 bin kişi, aileleri ile sayacak olursak 2,5 milyon kişi, 90 milyon kişiyi (85 milyon vatandaş + 5 milyon sığınmacı) beslemeye çalışmaktadır, doğal olarak besleyememektedir. Bu süreç içerisinde tarımda teknolojik gelişme ve verim artışını sağlayacak politikalar da uygulanmamıştır. Tam anlamıyla çiftçiler için “Saldım çayıra Mevlam kayıra!” anlayışı hâkim olmuştur. Küresel ısınma ve iklim değişimi süreçlerini de düşünürsek devletin tarıma ayrı bir öncelik vermesi gerekmektedir.

Dijital iletişim ağlarının ülkenin her evine ulaştığı bir ekonomi gelecek kuşakların ihtiyacıdır!

Önümüzdeki yirmi yılın en önemli altyapı sermayesi dijital iletişim ağları ve yeni teknolojinin getireceği yeni alt yapı sermayesinin tamamlanmasıdır. Bunun ülkenin her tarafında ulaşılabilir, ucuz ve hızlı olması hayati önemdedir.

Yüksek teknoloji, eğitim ve kültür metropolüne dönüştürülmüş İstanbul’un yanına farklı alanlarda uzmanlaşmış en az beş metropolün eklendiği bir ekonomi neden hedefimiz olmalıdır?

Dünyada gelişmiş ülkelerde metropoller her biri belli sektörlerin yoğunlaştığı (intensification) ve yığınlaştığı (agglomeration) ana üretim birimleri haline gelmiştir. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde ise metropoller ucuz ve niteliksiz işgücünün yoğunlaştığı düşük katma değerli sanayi ve suç ekonomisinin geliştiği kalabalıkları barındırır. Türkiye İstanbul’a ek olarak farklı bölgelerde ve farklı uzmanlık alanlarında beş metropol üretmek zorundadır. Yoksa İstanbul bir Paris veya Londra olacağına bir Kahire’ye veya bir Dakka’ya dönüşür.

Enerji boru hatları, yolcu ve yük demiryolu ağları ve en az dört büyük limanın tamamlandığı bir ekonomi…

Ülkenin farklı bölgelerinde İstanbul dahil altı büyük metropolün oluşması bu metropolleri besleyecek demiryolu ve liman bağlantıları ile enerji dağıtım hatlarının da tamamlanmasını gerektirir. Ayrıca dünya ticareti yeniden İpek Yolu – Baharat Yolu üzerinden akmaya başlayacaktır. Hükümet bu alanda Yavuz Sultan Selim, Osman Gazi ve Çanakkale Köprüleri gibi eserlere imza atmıştır. Ama bunların hem finansmanı sorunludur hem de bahsettiğimiz altı metropol bulunmamaktadır. Hükümetin bu alanlarda başlattığı bahsed ilen yatırımların devamının getirilmesi gerekir. Bu yüzden altyapı yatırımlarının bu alanlarda olması da Türkiye için önceliklidir.

Yeni nesil nükleer santrallere ek olarak enerji ihtiyacının ağırlıklı olarak sürdürülebilir kaynaklara dayandığı bir ekonomi…

Sürdürülebilir enerji üretimi hem enerjinin ucuzlaması hem de enerji kaynaklarının çeşitlenmesi açısından gereklidir. Fakat hedeflediğimiz çapta büyük bir gelişmiş ekonomi olmak için bunların yanında nükleer teknoloji de zorunludur. Hükümetin bu yolda başlattığı yatırımların da artarak devam etmesi gerekir.

Bütün bu hedefler tutarsa yirmi yıl içinde ulaşılacak yer son şıkta belirtilmektedir. Yani yüksek katma değerli üretimi, değerli Türk Lirası ve adaletli gelir dağılımı olan bir ekonomi.

DEVLETİN JEO-POLİTİĞİ

Daha küçük ama gücünü daha etkin ve verimli kullanan bir devlet…

Türkiye Tanzimat’tan beri girdiği modernleşme sürecinde temel bir sorunla karşı karşıya kalmıştır: Büyük ve hantal bir bürokrasiyle beraber etkinliği düşük ve irrasyonel devlet yapılanması. Devleti küçültmekle kastımız özelleştirme değildir. Devlet gerektiği zaman ve sektörde doğrudan üretim yapmalı ve güçlü destek vermelidir. Ancak bu rasyonel bir merkezi planlama ile gerçekleştirilir. Mevcut durumda kamunun idari masrafları çok yüksek olmakla birlikte bunlar ekonomiye verimlilik olarak yansımamaktadır. Daha küçük, daha verimli ve daha etkin bir devlet teşkilatına ihtiyaç vardır.

Köklü idari geleneğini yenileyerek yirmi birinci asırda yaşatan bir devlet…

Türklerin Mete Han’dan bu yana nereden baksanız 2300 yıllık bir devlet geleneği vardır. Bu devlet geleneği Osmanlı ile bir cihan devleti özelliğini de içermiştir. Cumhuriyet bu devlet birikimine dayanmaktadır. Ancak son 40 yılda bu devlet geleneği sürekli yıpranmıştır. Bu geleneğin Yirmi birinci Asır şartlarına göre yeniden inşa edilmesi ve yenilenmesi gerekmektedir.

Başta Balkanlar, Kafkasya ve Orta Asya olmak üzere uluslararası iş birliğini ve barışı savunan ve teşvik eden bir devlet…

Türkler ordu-millettir, doğru… Hiçbir zaman savaştan kaçmadık, korkmadık da… Bu da doğru. Ancak günümüzde savaş ancak vatan savunması mevzu bahis olduğunda makul ve rasyoneldir. Bunu sağlamanın birinci şartı güçlü bir orduysa, ikinci şartı da çevremizde barışın tesis edilmesidir. Bu yüzden, Türkiye’nin güvenliği için çevremizde ekonomik ve kültürel iş birliğini destekleyecek ve kendi içimizde eşitsizlikleri giderip her türlü adaleti sağlayacak bir politikalar bütünü oluşturmalıdır.

Terörün kendisi kadar sebeplerini de ortadan kaldıran bir devlet…

Yukarıdaki maddenin doğal sonucu teröre sebep olan temel etkenlerin de ortadan kaldırılmasıdır. Bunlar bölgeler arası gelişmişlik farkları, endüstriler arası teknoloji farkları, sınıflar arası gelir ve servet dağılımında adaletsizliktir. Bunlarının en aza indirilmesi gerekir. Bilelim ki her türlü terörü yaratan ana sebep eşitsizlik ve adaletsizliktir.

Ordusu kadar donanması ve hava kuvvetleri de güçlü ve yerli kaynaklarla donanmış bir devlet…

Hükümetin son on yılda uyguladığı politikalar ile savunma sanayinde dışa bağımlılık en aza indi. Özellikle Kara Kuvvetlerimiz hem savaş tecrübesi kazandı hem de yerli teçhizatla donandı. Ancak aynı gelişmenin devam ettirilmesi ve süratle Deniz ve Hava Kuvvetlerimizin de yerli kaynaklarla donanması önceliklerimiz arasında olmalıdır.

Para karşılığında vatandaşlık ve mülk satmayan bir devlet…

Son olarak yukarıda bahsettiğimiz tarihi birikimi olan, cihan imparatorluğu bakiyesi ve iddialı devletimizin para karşılığı vatandaşlık satması kadar onur kırıcı bir durum olamaz. Bu uygulamanın durdurulmasını can-ı gönülden temenni ediyorum.