G20 Yeni Delhi Zirvesinde bir yandan Hindistan-ABD ilişkileri, diğer yandan Hindistan-Körfez; Avrupa-Körfez ilişkilerinin nerelere vardığının sergilendiği ve bunun üzerinden Çin ve Rusya'ya ayrı ayrı mesaj verildiğini düşünenler çok.
Dış Pencere
G20 Yeni Delhi Zirvesinde bir yandan Hindistan-ABD ilişkileri, diğer yandan Hindistan-Körfez; Avrupa-Körfez ilişkilerinin nerelere vardığının sergilendiği ve bunun üzerinden Çin ve Rusya’ya ayrı ayrı mesaj verildiğini düşünenler çok. Pek çokları için Biden’ın Vietnam ziyareti bu mesajların Asya ayağını güçlendirdi. Gerçi Asya’da Biden’ın bölgeye gelip Vietnam ile sınırlı bir ziyaret yapması, ABD-ASEAN zirvesine ve Endonezya’da gerçekleşen Doğu Asya Zirvesine uğramaması bir şikâyet konusu oldu. K. Harris’in ABD Başkanı kadar etki yaratamadığını söyleyen de var, meselenin sadece bir mesai sorunu olduğunu, Başkanın 11 Eylül anmasına katılmak için eve dönüşe geçmesi gerektiğini söyleyen de. ABD’nin son dönemde Doğu Asya ve Güneydoğu Asya ülkeleriyle ilişkilerini yeniden formatlamak istediği ve bunun için bayağı mesai harcadığı düşünülürse, bu “önce bizimle görüşsün” iştahını anlamak zor. Ama biraz daha yakından bakıp ABD’nin Hindistan ve Vietnam ziyaretlerinin odak noktaları gözden geçirilirse, ki her iki ülke ile kurulan derin ilişki Biden yönetiminin eseri değil, ABD’nin son on yıllardaki yönetiminin iki partili aklının bir sonucu, Asya’da ortaya çıkan bu iştahın sebebi anlaşılıyor.
Çin’e verilen karışık mesaj
Biden Vietnam’da yaptığı konuşmada görüntüde hep söylediği şeyleri tekrarladı: “Çin ile bir soğuk savaş istemiyoruz, Çin’i çevrelemeye çalışmıyoruz, aslında Çin oyunun kurallarını değiştirmek istiyor vb”. Bu tür savunmacı bir söylemle ABD söze başlamak zorunda zira Çin’e karşı küresel piyasaları ve arz zincirini etkileyebilecek bazı kuralları ABD kendisi değiştiriyor ya da gevşetiyor. Ağustos başında imzalanan Başkanlık Yatırım Kararı bu gevşetmelere bir örnek. ABD, askeri teknolojisindeki gelişmelerden endişe duyduğu bazı ülkelerin faydalanabileceği bazı alanlarda (yarı-iletkenler, mikro elektronik, bazı bilgi ve yapay zeka teknolojileri vb) yatırımın yapılmasını Hazine onayına bağladı. ABD’nin korumacı kararlar alması bizi şaşırtmıyor ama araya Kongre’yi filan koymadan doğrudan yatırımın serbest dolaşımını kısıtlayacak bir karar liberal küresel serbest piyasa oyununun neresine oturur bunu bilemiyoruz. Aslında güçlü devletlerin küresel rejimleri rakipleri fayda sağlamasın diye değiştirdiğine daha önce şahit olduk, ABD’den 1980’lerden itibaren farklı rakipler karşısında bu tür bir oyunun kuralarını değiştirme hamlesi bekleyenler de var. Fakat Washington, tüm bunları yaparken karışık sinyaller de veriyor. Çin’i ziyaret eden ABD’li yetkililer, ticaret bakanı olsun, maliye bakanı olsun, bu Dünya ABD’ye de Çin’e de yetecek kadar büyük mesajını veriyorlar. Tam korumacılık fikri, Çin ile ticari ilişkileri sonlandırma düşüncesi tüyleri diken diken ediyor, çünkü sonuç Janet Yellen’in ifadesi ile ABD için bir felaket olur. Dolayısıyla, Biden Yönetimi Dünya Bankası’nın yeniden dizayn edilmesinden bahsettiğinde tam ne anlatmak istiyor, endişelenmeli miyiz küresel istikrar adına, işte bu sorunun cevabını vermek kolay değil. Biden yönetimi de tam bu muğlaklığı besliyor ve bu sırada küresel liberal sistemde değiştirebileceği kurallar için yeni ortaklara, stratejik bağlantıların merkezi olma konumu ve teknoloji transferi açısından cömertlik vadediyor. Hindistan ve Vietnam’a verilen önemin kendi paylarına düşeni azaltacağını düşünen Asyalı aktörlerin serzenişleri bundan.
Hindistan-ABD diyaloğu
ABD, Hindistan’ın salıncak aktör olmaya verdiği önemin (bir Çin ile işbirliği, bir Çin’i dengeleme, bir Rusya ile işbirliği, bir Rusya’yı dengeleme, bir ABD ile işbirliği, bir ABD’yi dengeleme) farkında. Bu tür birçok taraflılık Hindistan’ın kendi kapasitesini artırırken, bu konuda farklı kaynaklardan beslenmesine, bir yandan da Çin’i ve Pakistan’ı güvenlik açısından dengede tutmasına olanak veriyor. Bu çok taraflılığın güvenilmezliğini Washington aşmak için kritik teknolojilerde işbirliği ve paylaşımı içeren bir paketle Hindistan’ın kapısına gitmekten hiç vazgeçmedi. Geçtiğimiz sene Washington ve Hindistan’ın imzaladığı ICET (Gelişmekte Olan ve Kritik Önemdeki Teknoloji İnisiyatifi) bir nevi yarı iletkenler konusunda bir ekosistem oluşturup, teknolojinin akışını yönlendirmeyi amaçlıyor. Bu Yeni Delhi’nin çok istediği, Küresel Güney’in sözcüsü olma ve kendi teknolojik çözümlerini dünyanın her yerine arz etme amacıyla da son derece uyumlu. Borç ve yatırım gibi konularda uluslararası kurumların (Dünya Bankası ve IMF) reformu ile ilgili talep görünüşte oldukça normatif ama işte ABD ile gerçekleşen ve kritik teknolojilerin temel sağlayıcısı kim olacak pazarlıklarından sonra geldiğinde normatif olmaktan çok pazar odaklı, hatta bal gibi jeopolitik. O yüzden Hindistan’dan çok farklı bir ekonomik ve siyasi sisteme oturan Vietnam’da hemen hemen aynı şeyleri işitmemiz, yarı iletkenler ve yarı değerli mineraller eko-sisteminden bahsedildiğini duymamız bizi şaşırtmıyor. Rusya -bu ekosistemin kenarında- ki kendi başına bir ekosistem zaten, böyle derinlikli jeo-ekonomik sosa bulanmış bir dostluklar zincirini oluşturamadığından- Rus doğal gazına dayalı daha düz tekliflerde bulunuyor, onun-bunun borcunu siliyor, ona-buna ucuz ya da bedava gıda ya da enerji öneriyor. Mesele zaten Rusya değil, farklı sahnelerde paranın gücü ve know-how -kritik bilgi üzerinden- farklı ekosistemleri deneyen Çin’i sınırlandırmak.
Vietnam, ekosistemin parçası oluyor mu?
Vietnam, bu açıdan ABD için sembolik önemde bir yer, zira ABD’ye zamanında direnmiş ve rejim değişikliği yaşamamış bir aktör olarak Çin’in yayılmacılığından en yüksek sesle şikayet eden aktörlerden biri. Hatırlarsınız, geçtiğimiz günlerde Barbie filmini Çin’in “dokuz çizgi haritasına” yer verdiği için yasaklamıştı. Yani Çin’in Güney Çin Denizindeki egemenlik iddialarının karikatürize edilmesi bile Hanoi’nin tepkisi ile karşılaşıyor. Kamboçya, Laos ve Myanmar’daki siyasi durum düşünülürse ASEAN’ın en büyükleri arasında olmadan bir denge-tutucu işlevi görüyor. Nadir elementler konusunda bir alternatif oluşturması da cabası. Dolayısıyla Rusya ile geliştirdiği ilişkiler -ki savunma sanayi boyutu çok güçlü- ABD’de demokrat çevreleri rahatsız etse de Vietnam’ı yarı-iletkenler ekosisteminin ikincil bir merkezi haline getirmek Washington için hala çok karlı bir iş. Bugün Güney-Güneydoğu Asya’da kurulmaya çalışılan hafif hiyerarşik, kısmen bağlantılı, çok kurumlu (ABD-ASEAN Zirvesi, QUAD, AUKUS, AUKUS Plus (Fransa ya da Filipinler), Güney Kore-Japonya, ABD Üçlüsü, I2U2 İnisiyatifi vb) ama tüm merkez olma hayallerinin ABD ile dostluğa bağlantılandırıldığı işbirliği kümeleri II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin Doğu Asya’da çok başarı ile tatbik ettiği “uçan-kaz modelini” bana hatırlatıyor. Orada da takipçileri lider kazı izlemeye iten Washington’un teknolojinin ve yatırımın akışını yönlendirme gücü olduğuna dair kanaati.
Geleneksel müttefikler yeni ekosistem ve kümelenme fikrine ne diyor?
Bugün ise Çin’in zıvanadan çıkıp revizyonist bir adım atmasından duyulan endişeye rağmen, ABD’nin Asya sahasında cömert olacağı izlenimine rağmen ve itiraf etmek gerekirse çok başarılı geçen ABD-Asyalı aktörler buluşmalarına rağmen II. Dünya Savaşı sonrasında yakalanan uçan-kaz nizamı daha yakalanamadı. Çin’in küresel ekonomik ve finansal sistem içerisindeki cazibesi solmadığından, reformu düşünülen uluslararası kurumların hepsinde Çin önemli bir yer taşıdığından, hatta ABD’nin kendisi Biden yönetimi altında kendi ulusal güvenlik stratejisinde Çin’e barış içerisinde bir arada yaşamayı önerdiğinden bölge devletlerinin çekinceleri anlaşılabilir. Bu nedenle mesela Washington’un çok önem verdiği ABD-Japonya-Güney Kore üçlüsünün ilk toplantısından Camp David’de yapılmasına rağmen bir CampDavid ruhu çıkmadı. İç politik faktörler, Güney Kore’nin Japon emperyalizmine karşı hiç dinmeyen öfkesi ve bunun gibi unsurlar toplantının istenilen verimi üretmesini engellemiştir ama Güney Kore’nin Çin gibi Fukishima üzerinden yaşanan siyasi gerginliğe katılması ve Japonya’ya yönelik tam da zirve sırasında tavır alması üçlünün “bölgesel tehdit” konusunda aynı yerde durmadığını da gösteriyor. Çin konusunda, Çin’in Doğu ve Güney Çin Denizinde yaratabileceği kargaşa konusunda temel bir görüş ayrılığı olduğunu düşünmüyorum. Sorun büyük ihtimalle bu üçlünün Kuzey Kore'nin yarattığı tehlike ve rahatsızlık konusunda yapılabilecekler konusunda aynı sayfada olmamalarından da kaynaklanıyor. ABD, çözemediği her sorun gibi bu sorunu da retorik düzeyinde olduğundan daha az ciddiymiş gibi yansıtıyor. Güney Kore ve Japonya için ise mızrak çuvalla sığmayacak büyüklükte. Üstelik iki tarafta Trump dönemi Twitter üzerinden itişme-sınırda barışma tiyatrosunu hatırlıyor. Tüm bu resmin en önemli sorusunu, bu nedenle Güney Koreli bir gazeteci soruyor: yeni ekosistemler, teknolojinin ve yatırımların aktığı koridorları hayal etmek, var olan yakınlaşmalara yeni iktisadi içerikler vermek çok güzel, ama eğer Trump ya da Trump gibi bir başkan gelirse ABD’nin sağlayacağı caydırıcılığa ne kadar güvenebiliriz? Bu soruya Trump dönemini görmüş birinin cevap vermesi zor. Ama başka bir zorluk daha var: Biden yönetimi altında ABD küresel liberalizmi, dostlarla kurduğu hiyerarşik ekosistemlere indirgemiş durumda. Bu ekosistemlerin kayganlığı, hiyerarşilerindeki sürekli değişim içinde ABD caydırıcılığına kim, nasıl güvenebilir?