Cumartesi günleri eskiden tatil değilmiş. Bazı ülkelerde yarım gün çalışılırmış, bazılarında ise tam gün. İyi zaten biz çalışıyoruz derseniz üzülürüm.
Çünkü sadece daha fazla kazanmak isteyen hırs sahibi patronlar kaldı çalışanları cumartesi işe gelmeye mecbur eden. Bir de AVM çalışanları tabii. Cumartesi günleri Fransa’da da çalışma günüymüş. Ama trenler hızlanıp işçiler zenginleşince hafta sonu kayak tatillerine rahat gidilebilsin diye cumartesi tatil olmuş. Refah devletinin önemli bir göstergesi anlayacağınız. Şimdi ise Fransa’da sokaklar savaş alanına döndü. Sebebi mazota yapılan yüzde 25 zam. Şoför esnafı devletin bu kararı geri almasını istiyor. Kamyoncular da sembolleri olan sarı yelekleri giyip sokaklara fırlamış. Eh, refahtan geri dönüş olduğunda ortalık kıyamet meydanına döner.
Gezi olaylarında neler yazmış diye baktım Fransız medyası. Elbette tam kadro hükumetin karşısında yer almış, bir hümanist olmuşlar ki sormayın gitsin. Gerçi bazı kanallar Tunus bayrağıyla Türk bayrağını karıştırmışlar ama olsun. Heyecandan olur öyle şeyler. Popüler yazarları, nöbetçi filozoflar nöbete toplaşmış, “eşitlik, adalet, kardeşlik” naralarıyla eylemcilerin yanında saf tutmuştu. Sultan Abdülhamid’i görüyorlardı karşılarında. Eh yanlarında da Genç Türklerin heyecanlı kitlesini görünce kendilerinden geçtiler. Erdoğan’ın devrilmesi an meselesiydi onlara göre ama kursaklarında kaldı. FETÖ’cülerle tekrar heveslendiler ama yine elleri böğürlerinde kaldı. Kalmaya devam etsin.
Sarı yelekliler meşru isteklerini şiddete dönüştürünce sevimli Macron birden “devlet yönetiyoruz devlet” diye haykıran canavara dönüştü. Polisleri Louis Vuitton mağazalarının önüne çekip bu pantolonsuz (!) taifenin yağmasını engelledi. Güzeller güzeli Şanzelize cayır cayır yanmaya başladı. Gezi’de eski çalıştığı kanalın yakılmış canlı yayın aracının önünde abus sırıtkanlıkla poz veren Galatasaray mezunu gazeteciler sanırım uçak bileti alıp olayları Paris’ten izleyecek para bulamadılar.
Fransız ana akım medyasından eylemcilere destek çıkmamış ama kimse onların binalarını basmayı akıl edememiş. Banliyö eylemlerinde olduğu gibi polis güçlerinden sıfır tolerans. Kısaca şunu diyorlar: Eylem yapacaksanız gidin Afrika’da yapın. Burada size göz açtırmayız.
Dünya kamuoyu suskun. Başka yerde olsa seyahat uyarıları art arda yayınlanır, büyükelçiler tarafları itidale davet ederdi. Geç sayılmaz yine yapılabilir. Sonra kriz masaları oluşturulur, gazetelerin ilk sayfalarından eylemcilere destek çağrıları yapılırdı. Gazete manşetlerinin Fransızca olarak destek vermesi gerekir değil mi küresel şartlarda.
Ah efendim. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik diyen Marseilles söyleyerek Paris’e yürüyen şoför esnafı işte böyle yalnız bırakıldı. Kamyoncu kardeşlerimin yanında yer almak istiyorum diye vize isteyip Paris’e mi gitsem? Yok masraflı olur. En iyisi Fransız polisinin uyguladığı şiddeti protesto etmek için Fransız Kültür Merkezi’nde bir program düzenlemek. Kantininde sarı yelekleri giyip bir korsan bildiri sunmakla yetinelim.
Sarı yelek lazım ama. Bende yok. Kimde var fazla sarı yelek? Sarı yeleği olan var mı? Nerede özgürlük, nerede eşitlik, nerede kardeşlik, nerede dayanışma? Nerede bu Türkiyeli Fransızlar?