Anadolu, ozan geleneği ile çalıp söyleyerek sorunlarını ve gündemini paylaşıp dile getirir.
Çok sıradan ve basit sandığımız halk türkülerinde ve edebiyatında sıralanmış yüzlerce meselemiz var.
Yusuf Has Hacip, Köroğlu, Neşet Ertaş, Mahsuni Şerif ve pek çok halk ozanı gezerek ve söyleyerek zihin açmış, karşı durmuş, doğruyu anlatmaya çalışmıştır...
Ozanlık geleneği halkı edebe, erkâna, çalışmaya, üretmeye, hakkaniyete, adalete, dürüstlüğe çağırır...
Geleneğe güzelleme değil, toplumun akıl merceğini büyüten bir gerçekten bahsediyorum...
Dede Korkut hikayelerinden, Muhlis Akarsu’ya devinen, süregelen, var olan, eklenerek gelen bir gerçek... Bu sanatsal gerçekliğe; çağların döngüsünde siyaset ve insanın bilgeliği de buna eşlik eder.
Yakın müzik tarihimizde bahsettiğim ozanlık geleneğinin şehirdeki tezahürünü de çok gördük. Cem Karaca’dan Moğollar’a, Barış Manço’dan, Peyk’ten Mozaik gibi birçok gruba…
Müzisyenler Anadolu Rock, Rock, Protest, Arabeks Rap, Alternatif Pop gibi isimlerle türlere bölünen besteler, şarkılar yazdılar söylediler... Neresinden bakarsak bakalım bu alternatif, vurucu, alt kültür ve karşı kültür ürünleri halk tabanında karşılığını hep buldu...
Özellikle 90’lı yıllardaki yasaklamalara karşı hep bir direniş sembolü oldular...
Muhalefet sahip çıktığında değil halk sahip çıktığında iki kere düşünün...
Dün yeni medya ile ellerimize kulaklarımıza düşen rap şarkıları hepimizi bir söz söylemeye yorum bırakmaya itti...
Çalışmanın zekâ, emek, iyi bir müzik örgüsü, şiir gibi müziksel yanını gıptayla dinleyip izlerken bunun üstüne, ya da yanına bir söz düşünce kondurmak için herkes sıraya girdi...
Bir günde milyonlar dinledi...15 dakikalık müzik içerisinden geçen kocaman hayat akışımız, gündemimiz ve sorularımız var...
Klibin başında yer alan “farkındalık” cümleleri önemli bir durumu yineliyor zira tarih göstermiştir ki her ne tür ve sosyal çevrede icrası olursa olsun müzik bir yapının, toplumsal mesajın, bir kitlerinin, bir tabakanın sembolü olmuştur...
Resim, tiyatro ve edebiyatın da aynı şekildeki üretimi, toplumdaki karşılığını bulur lakin müzik yine de en güçlü mesaj yolu olmuştur...
Ama,
Şimdi bu meseleye bir de ters açıdan bakalım...
Ve birkaç soru soralım:
Bu müzik halktaki karşılığını doğal olarak mı buluyor?
Farkındalık böyle çoğalır mı?
Bu müzik birileri tarafından destekleniyor mu?
Ya da bu müzik erk eliyle, toplumda biriken enerjinin açığa çıkarılmasını hedefleyen bir çeşit politika mı?
******************************
Vay Dünyanın haline…
Cinsiyet eşitliği sorunu tüm dünyanın meselesi, sadece Türkiye’nin değil.
Dünya Ekonomik Forumu’nun hazırladığı raporda ülkeler sıralanırken, iki basamak üstte, üç basamak altta diye lanse etmenin gerçekte bir anlamı yok. 130.sıradaki ülkede kadın-erkek eşitsizliği varsa 1.sıradaki ülkede de var…
Bunun basamak halinde sunulması, istatistiki verilerle gösterilmesi eşitsizliğin önüne geçebilir mi ki?
Bildiğimiz tek gerçek, dünya çapında cinsiyet eşitliği alanındaki ilerlemenin yavaşladığı…
149 ülkede yapılan araştırmada, Batı Avrupa yüzde 75,8 ortalama ile cinsiyet eşitliğinin en yüksek olduğu bölge olurken, Kuzey Afrika ve Ortadoğu yüzde 60,2 ile en geriden gelen bölgeler.
Eşitlikte; İzlanda, Norveç, İsveç, Finlandiya, Nikaragua ve Ruanda ilk sırada.
Suriye, Irak, Pakistan ve Yemen son sırada görünüyor…
Eğitim, sağlık, siyaset ve iş hayatını inceleyen çalışmada, Türkiye ise 130.sırada
Dikkat çeken bir ayrıntı da iş hayatına yönelik.
Rapor, cinsiyetler arasındaki farkın sadece ekonomik fırsat eşitliği konusunda azaldığını vurgularken, iş hayatına katılım konusunda dünyada kadınların oranının azaldığını ortaya koyuyor.
Dünya çapında, özellikle fen bilimleri, bilişim, matematik ve teknik bilimler dallarında beceri ve bilgi gerektiren ve gelişmekte olan alanlarda kadınların yeterince temsil edilmiyor, ya da ettirilmiyor…
Acı olan şu ki, 2006’dan bu yana yapılan araştırmalarda cinsiyet ayrımcılığı, sadece yüzde 3,6 oranında azalmış,
ve sadece yüzde 0.03 oranında bir ilerleme kaydetmiş…
Eşitliğin sağlanması için ise bir asırdan fazla sürenin gerekeceği öngörülüyormuş,
Kısacası vay dünyanın haline…
*************************************
Yine başladılar…
“Kadın programlarından” söz ediyorum…
Adı da ne hikmetse bu şekilde beynimize yerleştirilmiş.
Reklam ve reyting döngüsünün hayatımızı kararttığı bu ‘sistem’ evlerimize giren tehlikeyi iki katına çıkarıyor.
Yaza yaza konuşa konuşa bitiremedik.
Ama nafile.
Adam canlı yayında anlatıyor:
Eşim beni aldatıyor şüpheleniyorum. Şüphelendiği kişi de karşısında. Verip veriştiriyorlar kadına.
Biri mesajlarınızı yakaladım diyor, öbürü kadının kendisini sevdiğini ima ediyor…
Sunucu sözüm ona, üslubu toparlamaya çalışan bir görüntü veriyor ama öyle provokatif şeyler söylüyor ki stüdyodaki katılımcılar homurdandıkça homurdanıyor.
Büyük bir hayretle iki adamın ‘bir kadın’ mücadelesi sergileniyor!
Bu reyting kaygısı ipimizi çekecek haberiniz olsun.