Köşe yazarlarımızdan birisi faiz din ilişkisini ikinci kere gündeme getiriyor.
Bu konu hakkında yeterli derinlik kurmadığı yazıları okuyanlarca malumdur. Literatürde konu ile ilgili birçok bilgi mevcuttur. Keza iktisadın kült eserlerinde konu verimli bir derinlikle ele alınmıştır. Örneğin, Proudhon, eseri Mülkiyet’te Hristiyanlık içinde faizin ele alınışı hakkında hem metinde hem dipnotlarda entelektüel birikim aktarmıştır.
Aynı yazıda katılım bankacılığına dönük değerlendirmelerin ise gerçekle uzaktan yakından alakası yoktur. Muameleler bakmak isteyenlere baktığı yerden gözükmektedir. Mesela katılım sigortacılığı ile ilgili bir değerlendirme yapılamamıştır çünkü yazıda iş modelinin genel prensibinin hiçbir rasyonel insanın reddedemeyeceği birçok değerler taşımasına rağmen faiz yasağına sıkışmış olduğu kabul edilmiştir. Faiz yasağı (ki “sadece” yasaktır; katı yasak diye bir ayırım söz konusu değildir; yasaktır ve İslam seçme hürriyetinin savunucusu olarak yasağı delenleri de müdafaa eder), Umar Moghul’la beraber olduğumuz bir oturumda yaptığı konuşmasından ilhamla insanları araştıran, düşünen ve geliştiren bir tutum almaya iten unsurdur. Katılım finansı ile ilgili en temel sorun sorumluluk makamındakilerin katılım finansının k sını bilmemeleridir. Bu şartlar altında finans bürokrasisinde görev yapmış olanlardan bu sektöre yön gösterme iddiasında olanlara orandan katılım finansı çalışanlarına kadar farkındalık ve okuryazarlık problemi büyüktür.
Faiz din ilişkisi konulu tartışma seküler yapılarda faizi meşrulaştıran bir karakter de taşımaktadır. Bu nedenle evvela şu bilinmelidir ki “faiz tüm hukuk sistemlerinde gayrimeşrudur”. O yüzden faiz din ilişkisi konulu mugalata yapmak yerine faiz-hukuk ilişkisine başvurmak gerekir.
Dünyanın her yerinde faiz ilişkisi kurmak yani faizcilik yapmak yasadışıdır. Yasaktır. (Çiçek Abbas’ta alkışlanan başarının hukukun tefeciliği reddetmesi üzerine kurulu olduğu, dünya sinemasında, edebiyatta defalarca işlenmiştir.) Dünyada faizcilik yani tefecilik sadece bankalar için istisna kabul edilmiştir. Bunun da mazisi 300 yıldır. Schumpeter’e referansla kapitalin monopolleşmesi bu hızla sürerse bankacılık istisnasıyla meşrulaştırılmış olan tefecilik ömrünün çoğunu tamamlamış demektir.
Bunun yanında faiz hukuk ilişkisi incelendiğinde faiz ilişkisinin sadece mevduat üzerine kurulabileceği de açıktır. Mesela verilen krediye talep edilen ilaveler mevduata ödenecek faiz ve banka marjinin kamufle edilerek doğrudan geniş anlamda faiz ifadesi kullanılmasındandır. Zaten marjinler açıklanacak olsa mesele daha net anlaşılacağından bu kamuflaja başvurulmaktadır. Mesele net anlaşılırsa “aşın” bunları mesajı vermekse epey zor olacaktır.
Akleden hiç kimse parayı mal kabul etmemektedir. O yüzden rasyonelliği elden bırakmak irrasyonelliğine düşmek gibi bir gaflete düşemeyeceğimiz gibi bu rasyoneli aşamanın ortaya çıkaracağı irrasyonelliği de kabul edemeyiz. Araz derler bizde irrasyonel olana. Mükellef değildir. Akletmeyenler içinse iki basit argüman kullanılmaktadır. Fon arz edenler için yüksek faiz fon talep edenler içinse düşük faiz. Mesele faizin oranı değil kendisidir. Son yüzyılda kapitalin üretilen gelirden aldığı payı sürekli artırdığını bilmeniz yeterlidir. Mevduat yatırımı, finansal okuryazarlığın en düşük seviyesidir. Yatırım kabiliyeti bulunmayanlara en ucuzundan risk transferi teklif etmektir. Üstelik elle yapılan enflasyonla para amortismana tabi tutulduğu halde enflasyonu dahi kurtarmayan bir faiz teklif edilmektedir. Faizciler, faizin kendi rasyonelini inkâr etmektedir. Fon fazlası bulunanların finansal okuryazarlık durumu manipüle edilmektedir.