"Unutursak" bu acıları tekrar yaşar mıyız düşüncesi de hepimizin aklında hâkim, hatta bu ihtimal giderek güçleniyor.
“Normalleşmeye” sebep aradığımız ama en az o kadar da normalleşmek istemediğimiz bir süreci yaşıyoruz.
Çok normal, ülke olarak koskoca bir yas evine dönüştüğümüz bu süreçte “normalleşirsek” yaşadıklarımızı unuturuz korkusuna da kapılıyoruz.
“Unutursak” bu acıları tekrar yaşar mıyız düşüncesi de hepimizin aklında hâkim, hatta bu ihtimal giderek güçleniyor.
Belki de yaralarımızı sararken tüm bildiklerimizi ve farkında olmadan “ezbere” konuştuğumuz kalıpları da değiştirmemiz gerekiyor.
Bunlardan biri kentsel dönüşüm…
Kastettiğim depreme dayanıksız binaların yerine siyasal iktidarın dayanıklı binalar yapmak için attığı adıma muhalefetin karşı çıkan anlayışı değil.
Kentsel dönüşüm depreme dayanıklı binalar yapmayı da içeriyor, zira bugüne kadar atılan adımların TOKİ evlerinde ne kadar isabetli olduğunu gördük.
Yaşanan iki büyük depremden sonra on ilde de TOKİ evleri enkaza dönüşmedi.
Muhalefetin “sürekli beton yapıyorlar” serzenişinin ne kadar yersiz olduğu da böylelikle ortaya çıktı.
Demek ki gerekiyormuş ve sürekli söylediğimiz gibi “muhalefet” demek her şeye karşı çıkmak değilmiş.
Öte taraftan kentsel dönüşümü sadece bina olarak değil de bir şehir kültürü ve ruhu içerisinde hayata geçirmenin de önemi büyük.
Kentsel dönüşümü sadece dayanıklı bina olarak değil de bir şehirde olması gereken yeşil alanlardan tutun sosyal yaşam merkezlerine kadar yeni bir anlayışla hayata dökmemiz gerekiyor.
Türkiye muhalefetinin her şeye itiraz eden anlayışının içerisinde kentsel dönüşüme salt karşı çıkmak yerine üretmiş olduğu bir alternatif bu konuda da ne yazık ki yok.
Muhalefetin bu tavrını aynı şekilde birkaç ay sonra yapılacak olan seçimlerde de görüyoruz.
İktidar kanadından seçimlerin ertelenmesine yönelik herhangi bir açıklama gelmemesine rağmen “seçimler ertelenemez” diyerek bir algı oluşturulmaya çalışılıyor.
Anayasa maddesi açık, savaş dışında bir erteleme sebebi de yazılı hükümlerde yer almıyor, zira siyasal iktidar tarafından böyle bir talep olmadığı gibi iması dahi edilmiş değil.
Elbette aylardır adayını belirlemeyi başaramayan altı partinin bu seçim hevesini görmek takdire şayan.
Şimdiye kadar YSK’dan 14 Mayıs ya da 18 Haziran tarihine kadar seçmen kâğıtlarını yetiştiremeyeceğine dair bir açıklama da gelmedi.
Ki teknoloji yeterince ilerledi, kimin nerede oy kullanacağı dijital ortamdan belli, deprem bölgesinin durumu göze alınarak o bölgede yaşayan insanların göç ettikleri illerde oy kullanmasını sağlayacak bir formül de pekala bulunabilir.
Ve daha önümüzde nerden bakarsanız bakın minimum 3 aylık bir süre var, hiç kimsenin haklı olarak enkazlar ortada dururken seçim lafını ağzına almadığı bir süreçte muhalefetin böyle bir algıyla ulaşmak istediği amacı da anlamak güç.
Buna ek olarak ortak bir akılla adayını belirleyemeyenler açısından da iddialı bir durum.
Yine de depremin olduğu ilk gün siyaset yapmayı kendine yedirmeyi başaranlardan beklenmeyecek bir algı çalışması değil.
“Özgül ağırlığı” tartışmalı olan bir kişinin açıklamalarından yola çıkarak hamaset üreteceklerine aynı enerjiyi adaylarını belirlemeye çalışsalar belki de seçmenlerine daha çok umut verecekler.
Hem “sandıkta hesabını soracağız” deyip hem de bu korkak ve gizemli hareketlerin en başta kendilerine faydası yok.
Seçmenlerine oy verecekleri adayı seçim günü kulaklarına fısıldamak istemiyorlarsa elbette.