Zannedilen şu ki Tayyip Erdoğan eleştiriye öfkelenen, itiraz kabul etmeyen biri.. Sert mizaçlı olduğuna şüphe yok..
Zannedilen şu ki Tayyip Erdoğan eleştiriye öfkelenen, itiraz kabul etmeyen biri.. Sert mizaçlı olduğuna şüphe yok.. Duruşu, konuşması, tavrı, giyimi v.s. onun imajını tamamlayan unsurlar. Başbakanlığı döneminde kendisiyle yakın çalışanlarla hatta bazı bakanlarla ilişkilerine dair anlatılanlardaki abartı payı düşülse dahi, kalanlar Erdoğan hakkında ‘sert’ kelimesini kullanmanın haksızlık olmadığını gösterir.. Ancak çizilen portre nasıl olursa olsun Erdoğan iç dünyasında farklı bir insan.. Sadece cenazede, anneler gününde, şiir dinlerken değil, günlük hayatında duygusal kararlar veren – iddialı bir söz olabilir belki- Emine Hanım’ın fazlaca etkisinde bir insan.. Nitekim kadın sorunlarına yaklaşımında eşinin büyük pay sahibi olduğuna şüphe yok.. Keza GDO’lu tohum/gıda meselesinde Erdoğan’ın tam ikna olmasa bile Emine Hanım’ın ısrarı karşısında geri adım attığı söylenebilir.
Bildiğim, söyleyenin kim olduğuna, niyetine bakarak söyleneni tartıya alan bir siyasetçi Erdoğan.. Çoğu zaman eleştirileri dinlemeye, hak verdiği ya da ikna edildiği takdirde, evvelden verilmiş bir kararı olsa dahi onu değiştirmekte tereddüt etmeyen bir kişi. Rahatsızlığı; özellikle tanıdığı kimselerle ilgili olarak eleştirinin yüzyüze olduğu ortamda değil medyada ifade edilmesi... Bu girizgahın ardından Erdoğan’ın neden ‘Partili Cumhurbaşkanı’ önerisini gündeme taşıdığına gelebiliriz.. Lider şüphesiz kişisel özellikleriyle temayüz eden, kitleleri etkileyen, yönlendiren kişi.. Ancak ne kadar karizmatik olursa olsun, lider siyasi bir organizasyonla birlikte; kitlelerle örgütlü yapı üzerinden ilişki kurdukça lider..
Tayyip Erdoğan’ın gerek başkanlık sistemini gerekse partili cumhurbaşkanlığını savunması sadece yönetim pratiği açısından değil halkın oyuyla cumhurbaşkanı seçilmesinin ötesinde bir talep. Yani kurucusu olduğu siyasi parti üzerindeki manevi ağırlığını korumaktan kaynaklanan tablonun fiili durum olmaktan çıkıp hukuki gerçeklik seviyesine taşınmasını önemli görmesinden kaynaklanıyor. Milli Mücadele yıllarından örnek vereyim.. Mustafa Kemal 1919’da Ankara’ya geldiğinde emrinde hiçbir askeri kıta yoktu.. Ali Fuat Cebesoy’un BMM muhafazasına tahsis ettiği muhafız birliğinden bir manga asker koruma görevi yapıyordu.. Erzurum, Sivas kongreleri; nihayet BMM’nin toplanması millet iradesine inancın ötesinde siyasi meşruiyete dayanma ihtiyacındandı.. Ancak kısa bir süre sonra Mustafa Kemal yola birlikte çıktığı paşalarla ihtilafa düştü.. Gerekçe olarak ne gösterilirse gösterilsin gerçek sebep Mustafa Kemal dışındaki paşaların hepsinin emrinde askeri kıtanın bulunması; onun ise karizmasıyla fiili olarak herkese baskın gelse, BMM’nin başkanı olsa da, emrinde hiçbir askeri birliğin olmamasından rahatsızlık duymasıydı.. Ali Fuat Cebesoy’un emrinde 20. Kolordu, Kazım Karabekir’in emrinde 15 Kolordu, Refet Bele’nin emrinde Osmanlı’nın tüm Jandarma teşkilatı varken Mustafa Kemal’in kendini güvende hissetmemesini anlamak zor olmasa gerek. Keza içinde yetiştiği komuta etmeye alışık olduğu ordudan ayrılıp ayrılmadığı belirsizken…
Yukarıda özetlemeye çalıştığım tarihsel hatıradan Tayyip Erdoğan’a geleyim.. Erdoğan’ın Ak Parti’yi ‘yuva’ olarak gördüğüne şüphe yok.. Beştepe’de mi Ak Parti’deki makam odasında mı kendisini rahat hissediyor sorusunun cevabı bence çok meçhul değil.. Cumhurbaşkanlığına aday olurken bugün yaşadığı sıkıntıyı öngörüp görmediğini bilmem… Ama sıkıntısının ipuçlarını muhtarlara verdiği davetlerde görmek mümkün.. Erdoğan Ak Parti’nin başındayken il/ ilçe teşkilatlarıyla, belediye başkanlarıyla geniş katılımlı bazısı bir kaç gün süren değerlendirme toplantıları yapan; tabanın nabzını orada tutan, mesajlarını oradan veren, partisinin üst katlarına oradan düstur çeken biriydi.. Şimdi başkanlık sistemine geçişte bir ara çözüm olarak ‘partili cumhurbaşkanı’ önerisini gündeme getirirken eksikliğini hissettiği damarı anlamak zor değil.