Seçimlere katılım oranı en yüksek ülkelerden biriyiz.
Kimsenin şüphesi yok ki, demokrasiyi seviyoruz ve ona sâhip çıkıyoruz. Seçimlere katılım oranı en yüksek ülkelerden biriyiz. Bu oran 14-28 Mayıs seçimlerinde daha da arttı. Cumhur İttifâkı ve Millet İttifâkı olarak iki büyük taraf diye düşünürsek, her ittifâkın seçmeni de kendince haklı sebeplerle sandığa gitti. Bölücü terör örgütünün bile söz hakkına sâhip olduğu ve meclisinde temsil edildiği bir ülkede demokrasinin olmadığını iddia etmenin sebebi ya öğrenilmiş ve kasıtlı câhillik ya da demokrasi düşmanlığıdır.
Özellikle 28 Mayıs’ta ikinci turda Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun iki aday olarak seçime girmesi, bir bütünün ikiye bölündüğünde bir tarafın diğerinden büyük olacağı yönündeki matematiksel ve bilimsel gerçeği de berâberinde getirdi. Yâni taraflardan birinin yüzde 50’den fazla almaması gibi bir ihtimâl yoktu. Dolayısıyla yüzde 52 oy oranına ulaşan Recep Tayyip Erdoğan, yeniden cumhurbaşkanı seçildi ve ikinci dönemine başladı. Yine dolayısıyla belki de Cumhuriyet târihinin en büyük muhalefet desteğini arkasına almasına rağmen Kemal Kılıçdaroğlu bir seçimi daha kaybetmiş oldu.
Ama nedense, matematiksel ve bilimsel “bölme” kuralının bu sonucunu muhalefet, daha doğrusu Altılı Masa’nın büyük ortağı ve “her kesimden seçmeni bir araya getiren büyük lider” olarak lanse edilen Kılıçdaroğlu, Amerikan filmlerindeki mahkeme sahnelerinde özgüven patlaması yaşayan avukatların her cümleye “itiraz ediyorum sayın hâkim” demesi gibi, “Hayır ben kaybetmedim” dedi.
Oysa iki kişinin olduğu bir yarışmada biri kazanırsa diğer taraf kaybetmiş demektir. Mesela bir futbol maçında maç sonucu 4-3 ise, dört gol atan takım kazanmış olur. Yenilen tarafın attığı üç golün de sonuca hiçbir etkisi olmaz. Kılıçdaroğlu, aldığı yüzde 48 oranındaki oya bakarak, üç gol atan takımın yenilgiyi kabûl etmemesi gibi tuhaf bir tavırla, kelimenin tam anlamıyla, mızıkçılık yapmaya çalışıyor.
Bu mızıkçılığın muhatabı ise kazanan aday olarak Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifâkı değil. Kılıçdaroğlu mızıkçılığı seçmenine yapıyor. “Az çalıştınız” diyor. Vatandaşı suçluyor. “Köylü TRT-1’i seyrettiği için bize oy vermedi” diyor. “Köylüyü 500 TL ile kandırmak kolay” deyip hakaret ediyor.
Ayrıca Kılıçdaroğlu Haber Türk’te Mehmet Akif Ersoy’a verdiği röportajda “Oylar yüzde 60-yüzde 40 Erdoğan lehine olsaydı, o zaman kaybetmiş olurdum” dedi. Acaba Kılıçdaroğlu 28 Mayıs’ta yüzde 50.5 ile kazansaydı, “Hayır kazanmadım” der miydi?
Kılıçdaroğlu neden kaybetmedi?
Bunca demogoji ve laf kabalığının arkasında Kılıçdaroğlu’nun “haklı” olduğu bir şey var. Kılıçdaroğlu, “kaybetmedim” derken, kendisine oy veren, Millet İttifâkı’na destek veren kitlenin ve zihniyetin siyâsî, ekonomik, kültürel, akademik olarak kaybetmediğini itiraf etmiş oluyor. Son yirmi yılda olduğu gibi onların iktidârı devam ediyor.
“Kılıçdaroğlu 15 bin TL bayram ikrâmiyesi verecekti, ondan mahrum kaldınız. Bizim tuzumuz kuru, sizin için üzülüyoruz” diyen kokona zihniyet “kaybetmedi”.
“Bunun son konser olmasını istemiyorsunuz, kime oy vereceğinizi biliyorsunuz” diyen Jakoben zihniyet “kaybetmedi”.
Gizli sosyal medya hesaplarında Erdoğan’a hakāret eden, AK Parti seçmenini aşağılayan zihniyet “kaybetmedi”.
28 Şubat sürecinde ikna odaları kuran, bölüm ve fakülte birincilerine başörtülü oldukları için söz hakkı vermeyenler “kaybetmedi”.
“Erdoğan kazanırsa ülkeyi terk ederim” diyenler, Cannes Film Festivali’nde ülkesini kötüleyenler, ödül törenlerinde devletin deprem sonrası milletle birleşip yaptıklarına gölge düşürenler kaybetmedi. Onlar yeni sezonda da dizilerde oynayacak. Hatta bu yaptıklarının “gerçek ödülü” olarak bölüm başı ücretlerine zam gelecek.
“Size torunlarla mutlu emeklilik yok, hesap vereceksiniz” diye tehdit edenler “kaybetmedi”.
“Özgürlüğümüz kısıtlanıyor” diye taşkınlık yapanlar, sâdece kendileri gibi olmayanlara saldırmaktan geri duruyorlar o kadar, çünkü Kılıçdaroğlu “kaybetmedi”.
FETÖ üyeliğinden hüküm giyen Ergenekon Mahkemesi başkanı Hasan Hüseyin Özese 8 Ağustos 2023 günü tahliye edildi çünkü “KHKlılar görevlerine geri dönecek” diyerek FETÖ’ye göz kırpan Kılıçdaroğlu “kaybetmedi”.
Kılıçdaroğlu o kadar “kaybetmedi” ki, partiler kānunu ve CHP iç tüzüğü gereği iki yılda bir yapılması gereken ve bir yıl uzatma süresi olan büyük kongrenin süresi çoktan geçmiş olmasına ve dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı koltuğunda kānunen oturmaması gerekirken hâlâ o koltukta oturmaktadır.
28 Şubat’ın 2. Sezon mu?
Değil Suriyelilere, bir örneğini 2013’te Gezi Olayları’nda gördüğümüz gibi, “AKP’li diye” kapı komşusuna bile faşist kin duyanlar, 2028 seçimlerine kadar sessizliğe büründüler. Şimdilik toplu taşıma otobüslerinde, metroda birkaç münferit saldırı ve tâciz olayı ile idâre ediyorlar. Tuzları kuru oldukları için tâtillerini yapıyorlar çünkü Kılıçdaroğlu “kaybetmedi”.
Erdoğan kazandı ama ne yazık ki hâlâ İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi dönem birincisi Mehmet Emin Ay’ın konuşma metninde, annesinin 28 Şubat sürecinde başörtüsü sebebiyle okulu bırakmak zorunda kaldığına vurgu yapacağı bilindiği için konuşması engellendi. Bunun sorumlusu olan dekan hâlâ görevde çünkü Kılıçdaroğlu “kaybetmedi”.
Kimin medyası?
Kılıçdaroğlu’nu, onun temsil ettiği ve onu destekleyen (terör örgütleri dâhil) zihniyeti biliyoruz. Onlar için kendileri gibi olmayanın yaşama, kendileri gibi düşünmeyenin konuşma hakkı yoktur. Kısacası kendileri gibi olmayanların insan haklarından yararlanma hakkı yoktur. Onları biliyoruz. Ne demokrasi, ne insan hakları adına onlardan bir hayır gelmez. Erdoğan kazandı ama Kılıçdaroğlu yâni bu zihniyet “kaybetmedi”.
Bu gazetede yazdığım için “yandaş” olmakla ithâm edilen biri olarak soruyorum, muhalefetin ve muhalefet zihniyetinin “yandaş medya” yaftalaması yaptığı medya neden “sessiz”? Yoksa Recep Tayyip Erdoğan’ın “sessizlerin sesiyiz” sözünü, “haklı olduğunuz konularda da sessiz kalın” diye mi anlıyoruz?
Neden TVNET, TV24, ATV, A Haber, Ülke TV, Bengü Türk ve hatta TRT-1, TRT Haber, TRT Türk gibi kanallar, Mehmet Emin Ay’ı bir programa konuk olarak almıyor ve usta gazetecilerimiz Mehmet Emin Ay’ı sorularla konuşturmuyor? Mehmet Emin Ay, mezuniyet konuşmasını neden bu gibi kanallarda cümle cümle okumuyor? Neden bu kanallar, Halk TV ve Sözcü TV kadar olmasa da, bu konuda “sessiz”.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi önünde ya da zamânın İslamcı gençlerinin protesto alanı olan Beyazıt Meydanı’nda Cuma namazı çıkışı oturma eylemi, basın açıklaması yapılmadı çünkü Kılıçdaroğlu “kaybetmedi”.
28 Şubat mağdurlarının kurduğu dernekler, kadın kuruluşları birleşip bir basın duyurusu ya da İstiklâl Caddesi’nde yürüyüş yapmadı çünkü Kılıçdaroğlu “kaybetmedi”.
Mehmet Emin Ay’ın mezun olduğu imam-hatip lisesinin de içinde bulunduğu ÖNDER’in resmî internet sitesinde konuyla ilgili bir basın açıklamasına rastlayamadım. Sâdece Facebook hesâbında Mehmet Emin Ay’ın yaptığı konuşmanın videosu paylaşılmış.
Yoksa tüm bu eylem ve tepkiler için, Disney+’a tepki göstermek için tatillerinin bitmesini bekleyen tatlı su Atatürkçüleri gibi “helâl” ya da “muhafazakâr” tâtillerinin bitmesini mi bekliyorlar?
AK Parti’ye yakın şirketlerden veya avukatlık firmalarından Mehmet Emin Ay’a avukatlık teklifi geldi mi?
Mehmet Emin Ay’ın medyaya çıkıp hakkı yendiği için fazlasıyla söz hakkı tanınması için Olimpiyat veya dünya şampiyonu olması mı gerekir? Kaldı ki, o gibi uluslararası başarılarımızı kendimize anlatmak ve reklamını yapmakta bile yetersiz kalıyoruz.
Acaba Uşak Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde LGBT paçavrası açan öğrenciye müdahale edilseydi, Halk TV, Sözcü TV, Sözcü gazetesi, Medyascope, Babala TV, Fox TV, +90, Can Ataklı, Nevşin Mengü nasıl yayınlar yapar, o paçavrayı açan öğrenci üzerinden nasıl “ifâde özgürlüğü” cazgırlığı yaparlardı?
Yapılması gerekenler yapılmıyor çünkü Kılıçdaroğlu “kaybetmedi”.
14 Mayıs’ta önce Millet İttifâkının gördüğü “zafer rüyâsı” sebebiyle Sırbistan bile kıpırdanmaya başlamış ve Kosova sınırında gerginlik yaşanmıştı. Erdoğan kazanarak 2003’ten beri hem yurt içinde hem de yurt dışında elde edilen kazanımlar korundu, daha fazlası için Kılıçdaroğlu’nun gerçekten kaybetmesi gerekiyor. Bunun için de AK Parti’nin yüzde 47 oy aldığı seçimlerden sonra Türkan Saylan’ın ağzından duyduğumuz “Değil 47, 97 alsa da fark etmez, aslolan biziz; bizim istemediğimiz hiçbir şey olmaz” sözünün altındaki zihniyetin değişmesi lâzım.