Zamanın birinde, kainatın rutininde yaşanan her şeyi şaşkınlıkla karşılayıp, bağırıp çağıran, şikayet eden bir oğul bir de onun her tepkisine sükunetle "elleme yağsın" diyen anasının öyküsü belirmiş ve taaa bugünlere kadar bize de yetişmiş...
Oğul: “Rüzgar esiyor, yağmur yağıyor, kar yağıyor, hava çok sıcak, hava çok soğuk, hava çok kurak, dolu yağıyor....”
Anası: “Bırak yağsın oğul elleme yağsın...”
Zamanın birinde, kainatın rutininde yaşanan her şeyi şaşkınlıkla karşılayıp, bağırıp çağıran, şikayet eden bir oğul bir de onun her tepkisine sükunetle “elleme yağsın” diyen anasının öyküsü belirmiş ve taaa bugünlere kadar bize de yetişmiş...
Her şey olmaya çalışan insanoğlu, aslında aciz bir varlık olduğunu ve ömrünün göz açıp kapayıncaya kadarlık bir rüyada geçtiğini unuttu ve açgözlülüğünün esiri olup kainatın kodlarıyla oynamaya çalıştı...
Sonrasında da sorunların zembereği boşaldı! Ki son örneği de denizlerimizi kaplayan müsilaj felaketi oldu..
”Elleme yağsın” derken anasının oğluna tembihlemeye çalıştığı şuydu aslında: “Bırak oğul o yağacak sende onu yaşayacaksın çünkü o yağmak için sende onu yaşamak için yaratıldın ötesini kurcalama, hükmetmeye çalışma, suçlama, sorgulama, dünyadaki zerre rolünü unutup devleşmeye çalışma...”
Lakin yaradılış gereği kimyasına öyle çok el bombası yüklemiş ki Yaradan şu insanoğluna; ödülünü de infazını da kendi ellerine bırakmış... Kişi hırslarına ve egosuna yenilip zehirlenmeye (ki bu bir hastalık) başlayınca tek tek pimleri çekmeye başlar “yoluma çıkanlara fırlatmak için elimde hazır olsun” mantığı ile... Lakin bir, iki, üç, beş, yüz, bin derken yüreğinizdeki tüm pimleri zarar vermek adına çekince gözlerinizdeki “İnsan Nuru’ndan” yansıyan çiçekler de hırs ateşinizle birer birer solmaya başlar!
“Gözündeki insan ölmüş” demeye başlar gözünüzün her halini görüp okuyabilenler... Durum böyle olunca önce size inananlar birer birer kaçar, sonra sizi uyardığı için arkanızı dönüp düşman bellediğiniz dostlarınız geri çekilir, en sonunda da dost-düşman herkes sizden uzaklaşır... Çünkü elinize, dilinize, yüreğinize, eteğinize doldurduğunuz pimi çekilmişlerin patlama vaktinin geldiğini “sizin dışınızda herkes görmüştür...”
Uzun lafın hissesi; insanoğlu kainatı saygıyla, sevgiyle, aciz olduğunun bilinciyle, Yaradan’ın rutinini bozmaya çalışmadan, gözünün değil karnının açlığına itibar ederek yaşamalıydı... Olmadı olmayacak gibi de görünüyor böylesi bir yaşam çünkü “her şey yanlış düzelmeli diyenler bile ego, intikam ve hırslarının esiri cümlelerle” sergiliyor tavırlarını... Her kesimin dilinde intikam, zarar verme, öç alma, karalama cümleleri varken kim kime ne kadar güvenecek sorarım size?
Ve bunca hengame içinde bir kesim var ki; inatla, sebatla, sükutla halâ “elleme yağsın” kodunu kaybetmemiş... Bu kesim elinden geldiğince vatanı ve insanlık adına çaba sarf ediyor, destekliyor, sükunet katmaya çalışıyor, yeri geldiğinde sorunlu başlıklarda kişileri uyarıyor, yanlışları aktarıyor, dinleyen olmayınca da ya sabır diyerek elini ayağını çekip kendi yoluna devam ediyor...
“Elleme oğul bırak yağsın” özünde çok değerli bir felsefeyi aktarıyor ANLAYANA!
İşimiz gereği yelpazesi geniş bir çalışma sahamız var. Bazen sadece Yaradan ile baş başa kalacağımız dağbaşları, bazen kalabalık sokaklar, bazen gençler, bazen üretim alanları, bazen hayvanlar... Bazen de akıllara zarar rakamların ekmek peynir gibi zikredildiği ortamlar!
Size bir sır vereceğim mi, böylesi rakamlardan ve zikredildiği ortamlardan anlam veremediğim şekilde çok ürküyorum, rahatsız oluyorum, nefes alamıyorum, kaçıyorum! Bana samimi gelmemekle birlikte güven ve huzur da vermiyor bu ortamlar-kişiler-işler!
Sonra “minnetsizce” kendi kahvemi yapıp yudumlarken düşünüyorum bu kadar para ne kadar yer kaplar, neleri alır, nereye kadardır, nasıl kazanılır?
Ve böylesi deli sorular karşısında işin içinden çıkamayınca hemen zihnimi savunmaya geçiriyorum ve şöyle diyorum; farzı misal buradaki tüm yapılar benim... Yediğim yine bir tabak yemek, içtiğim bir bardak su, giydiğim bir takım elbise, yaşadığım yer Dünya... Ötesi mi? Ötesi maddi her şeyi elde eden fakat samimiyet, güven, huzur, merhamet, vicdan, adalet, tatmin ve mutluluk hissini kaybeden insanlar-hayatlar!
İki yıl önce Bodrum’da denize sıfır yalıların olduğu bir alanda tatildeydim... Bir gün merak ettim ve otelin görevlisine “yan taraftaki bu ultra lüks yalılar neden boş” diye sordum. Aldığım cevap karşısında hayat felsefemden ötürü kendimle bir kez daha gurur duydum çünkü bize öğretilen şu;
“emeğinin karşılığı ile yaşa, fazlayı değil ihtiyacın olanı al, israfı değil paylaşmayı sev...”
Kendimle gurur duydum çünkü sorumu yönelttiğim görevlinin verdiği cevap şuydu; “Ablacım bu yalıların çoğu sahibi burada bir yalısı olduğunu bile unutmuştur çünkü bunlardan o kadar çok var ki onlarda. Ve bu kesim malı mülkü yaşamak ve yaşatmak için değil, almış olmak için alıyorlar...”
Bu konuyla alakalı bir anımı daha anlatmak istiyorum. Bir Irak ziyaretimde Kerkük’e de uğramıştım. Orada insanlarla sohbet ederken o dönem çok yaygın olan parası için kaçırılan insanlara mevzu gelmişti. Kerkük, Bağdat ve çoğu şehirde insanların parasını korkudan bankaya yatırmadığını evlerine gizli kasalar inşa ettirdiklerini öğrenmiştim... O zaman da çoğu şeyi sorgulamıştım; para, huzur, güven, usulsüzlük adına... Ve aklıma son yıllarda ülkemizde yaşanan kuyumcu, sanal paracı, faizci vurgunları aklıma gelmişti... Üç kuruş param varsa “aleni” bir şekilde bankaya yatırmak yerine neden oraya buraya “gizlice” vereyim ki? Sonrada parasının “miktarı ve kazanma yollarının” deşifre olmasından korkan bu kesimin zaafından yararlanan dolandırıcılar artmaya başlamaz mı?
Velhasılı kelam insanoğlunun hamuru çok bozuldu ve bu durum daha fazla su kaldırır mı bilemiyorum...
Ve ey insanoğlu “elleme bırak yağsın oğul” derken anası oğluna elbette bunu kastetmemişti...