2007 yılıydı...
2007 yılıydı... Hemşerimiz merhum Müşür Kaya Canpolat'ın yanında daha önce tanıştığım ve onun iyi bir dostu olan Ordu/Ünyeli şair Recai Güdek bir gün bana telefon açtı, "Sezai yanına geliyorum, olan kitaplarından yanına al, seninle bir yere gideceğiz." dedi. Ben biraz telaşlandım çünkü fikren aynı dünyaların insanı değildik. Tüm bunları düşününce ilk önceleri içimden onunla birlikte dediği yere gitmek gelmedi. Sağolsun, o da ısrarla bir ipucu vermedi. O esnada aklıma Müşür Bey'e telefon açıp bir fikir alma ihtiyacı hasıl oldu, durumu olduğu gibi anlattım. O da, "Sezai onunla dediği yere git, başka bir şey de sorma Recai'ye" dedi.
Sonrasında Recai Bey ofisime geldi, "Hadi aldın mı kitaplarını Sezai gidiyoruz" dedi. O vakitler iki tane şiir kitabım piyasaya çıkmıştı; "Anemon" ve "Vakt-i Leyli". Onlardan da yanıma birer tane aldım. Ardı sıra Recai Güdek Bey ile Kıztaşı'ndan bir taksiye bindik, Cağaloğlu yokuşuna varınca valiliğin oralarda bir yerde indik. O önde, ben de arkada on dakika kadar yürüdük. Bir yere geldik Recai Bey şöyle bir baktı binaya "Hah burası, gel" dedi. Ben şoktayım tabii, bir baktım ki Sezai Karakoç'un neredeyse 50 yıldır kalmış olduğu ve 'Diriliş' tabelasının olduğu binanın hemen önündeyiz. Aniden, "Recai Bey, lütfen burada biraz duralım " dedim. Aklım iyice karıştı o an, iki-üç dakika kadar orada bir muhasebe yaptım. Recai Bey'i çok iyi tanımıyordum. Sezai Karakoç ile bir alakasının olacağı fikri o ana kadar bende zerre kadar oluşmamıştı. Bir de siyasi kulvarları biraz farklıydı. Tanıdığım süre zarfında öyle hissettiğim birisiydi. Sonra birden Müşür Bey'in "Sezai sen onunla git!" lafı aklıma geldi ve içimdeki o tereddüte rağmen 'Derin Han'ın merdivenlerini Recai Bey ile birlikte yine de çıktım. İçimdeki o kuşkunun yanında müthiş bir heyecan ve sevinç de vardı...
Kapının zilini çaldık, o vakitler bir öğretmen arkadaş Üstat Sezai Karakoç için çalışıyordu, üstada yardım ediyordu, kapıyı o açtı. Sonra tanışmıştık. 40-45 yaşlarında birisiydi. Bizi içeri buyur etti. Recai Bey'i tanıdığı belliydi. Girdik içeri, hoş beş ardı sıra Recai Bey o arkadaşa hitaben; "Sezai gelmedi mi daha?" dedi. O da; "Recai amca Sezai Bey birazdan gelecek." dedi. Ben de o arada bir sandalyeye oturmuştum fakat sandalyeyi olduğu yerden biraz geriye doğru çekmiştim. Bulunduğumuz yer eski bir bina idi. Hatta cumbalı o yüzden dışarıdan binaya baktığınızda bulunduğumuz katın pencere kısmı yaklaşık bir metre kadar dışarıya çıkıntılı olarak gözünüze çarpardı. Sandalye tam o çıkıntının içine denk gelmişti. Yanımda oturan Recai Bey; "Sezai sandalyeni eski yerine çek, Sezai Karakoç gelir birazdan, orada da namaz kılar." dedi. Ben bu cümlesi üzerine iyice şaşırdım. Recai Bey, Ahmet Sezai Karakoç'un nerede namaz kıldığını dahi biliyordu! Bu da demek oluyordu ki; Recai Bey ile Sezai üstat aslında birbirlerini daha önceden tanıyormuş!
Efendim bize ikram edilen çayı içtik. Aradan sanıyorum yarım saat geçmişti ki Sezai Karakoç üstat geldi, Recai Bey'e sarıldı, "Recai nerelerdesin sen, uzun zamandır yoksun ortalarda" dedi. Recai Bey de gerekçesini söyledi. Hemen sonra beni tanıştırdı. Oturdu herkes tekrar yerine. Sezai üstat daha sonra Rahmetli Müşür amcayı ve sağlığını sordu. Ardı sıra bana nereli olduğumu, ne iş yaptığımı sordu. Sonra da şimdiki Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık Hanımı sordu. Aynı ilçe doğumlu olduğumuz için tanıştığımızı görüştüğümüzü, hemşerim olduğunu söyledim. O vakitlerde Derya Hanım İstanbul'da avukatlık yapıyordu.
Sonra, Recai Bey araya girerek şiir yazdığımı, kitaplarımın olduğunu belirtti ve "Haydi, getirdiğin o kitapları imzala ver Sezai'ye" dedi. Ben de akabinde kitapları imzalamak için elimdeki poşetten çıkarttım, bir kalem istedim imzalamak için ilk kitap sayfasını açtığımda birden durakladım. İlk kez böyle bir şey olmuştu, hani tutukluk oldu derler ya o şekilde. Genelde ismim hazır yazılı olduğu için -den- ekini ekler, altına da kime imzalayacaksam onun adını yazar, imzalardım. Bu sefer üstadın adını kendi adımın üstüne yazdım. Sezai Karakoç'a, Sezai Şengönül'den (...) olarak ve o şekilde imzaladım. Üstat teşekkür etti ve masasının üstüne okuyacağını da belirterek bıraktı.
Hasıla, Rahmetli hemşerim Müşür amcanın yanına çay içmek için arada bir uğradığım vakitler şiir edebiyat üzerine konuşmalar yapardık. Sezai üstadında adı geçerdi. Sezai Karakoç'u sevdiğimi ve tanışmak istediğimi birkaç defa da belirtmiştim. Sonradan öğrendim ki; Recai Güdek Bey'e söylemiş ve beni Sezai Karakoç'a götürmesini tembihlemiş. Müşür Kaya Canpolat aslında böyle yaparak Recai Bey vasıtasıyla çok istediğim bir dileğimi yerine getirmişti. Hayatımın belki de en mutlu günlerinden birisiydi o anlar.
An itibariyle aradan 14 yıla yakın bir vakit geçti ve sevgili üstadı çok yakın bir zaman önce Rahmet-i Rahmana kavuştu. Belki de doğruluk payının da var olduğu "Dünya Sürgünü" uzamadı. Kırgınlıkları, hüzünleri, sevinçleri, kederleri de. Yaklaşık 14 yıl boyunca mümkün olduğunca ve fırsat buldukça arada sırada yanına ziyarete gittim. Sohbetlerinden, düşüncelerinden, hatıralarından karınca kararınca istifade etmeye çalıştım. Yanında iyi dostlar da tanıdım. İleride, üstada dair o bazı hatıralarımı da inşallah sizlerle paylaşacağım. Şu gerçeği de yeri gelmişken burada söylemeliyim; Üstat, hayatımda gördüğüm söyledikleri ile yaptıkları arasındaki çelişkinin neredeyse yok denecek kadar az olduğu nadir insanlardan biriydi. Hem düşünce dünyası, hem de karakter olarak bu yaşıma kadar tanıdığım, sevdiğim, saydığım 4-5 büyüğümden birisiydi. Allah ona gani gani rahmet eylesin. Nasıl ki, onunla ilk görüşme anımda duyduğum 'Derin Han'daki ilk derin sevinç beni çok mutlu ettiyse, Rahmetli olduğunu duyduğum ilk anda da bir o kadar hüzünlendim. Umuyorum ki her daim düşünceleri, şiirleri ile bizlerin arasında gene yaşayacak.
Yaşayacak çünkü Ahmet Sezai Karakoç'un düşünceleri, fikirleri, misyonu doğrultusunda sevenleri gene onun ocağını tüttürecekler. Buradan, bu haberi de duyurmuş olayım. "Diriliş" Kitap ve Yayınevi üstadın kitaplarını satmaya gene devam edecek. Aldığım bilgilere göre muhtemelen siyasi partisi de... Eskisi gibi... Fakat şu an tüm bu işler geçici bir süreliğine ve Sezai üstadın ölümünden dolayı bazı resmi prosedürleri tamamlamak amaçlı durağan bir halde. Ama bu durağanlık çok kısa sürecek. Belki birkaç hafta...
Onu artık göremeyecek olsak dahi eminim yüreğimiz onunla selamı asla kesmeyecek...