Bilim dünyası önceki gün zamansız bir ölümle sarsıldı. HIV'e karşı çalışmalarıyla bilinen dünyaca ünlü Güney Afrikalı bilim insanı Prof. Dr. Gita Ramjee koronavirüs sebebiyle hayatını kaybetti.
Bilim dünyası önceki gün zamansız bir ölümle sarsıldı. HIV’e karşı çalışmalarıyla bilinen dünyaca ünlü Güney Afrikalı bilim insanı Prof. Dr. Gita Ramjee koronavirüs sebebiyle hayatını kaybetti.
Uganda’da hayata gözlerini açmıştı Gita. “Uganda Kasabı” olarak bilinen Idi Amin rejiminden kaçarak Hindistan’da eğitimine devam etti, ardından Birleşik Krallık’ta üniversite eğitimini tamamladı. Eşiyle birlikte Güney Afrika’nın şehirlerinden Durban’a taşınan çift hayatını burada sürdürüyordu.
HIV’le ilgili yaptığı çalışmalar dünya bilim literatürüne ilham verdi. Birçok ödüle layık görüldü ama bir virüsü yok etmeye dayanan mücadelesi başka bir virüsle tanışmasıyla son buldu. Günün birinde filmi yapılacaksa Gita’nın –ki yapılmalı hayatın en dramatik sonlarından birine sahne olacak kuşkusuz.
BİR DRAMATİK ÖLÜM DE TÜRKİYE’DEN
İki günce Türkiye de Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu’nun ölümüyle sarsıldı. Türkiye’de ilk koronavirüs vakasını tedavi eden Taşçıoğlu koronavirüse yenildi.
Beyin Cerrahı Prof. Dr. Talat Kırış, “Bugün onu sonsuzluğa uğurlamasaydık, yani yoğun bakımdan çıkabilseydi, hafta başı hasta bakmaya başlardı, koronavirüsle mücadelenin en ön saflarında olurdu, oldu da zaten.” ifadelerini kullanıyor.
Hep erken ve dramatik ölümlerin iyi insanlardan öte mücadeleci insanlara vurduğunu düşünürüm. Gita’nın hayat hikâyesi de mücadele üzerine kuruluydu, çok rahat bir şekilde hayatını salt doktorluk yaparak geçirmesi mümkünken HIV’i yok etmeye kendini adamıştı.
Ve bunun yanında sabah altıda kalkarak, iki oğlunun yemeklerini hazırlayan, okula gönderen, okuldan alan, ödevlerine yardım eden ve onları yatıran bir anneydi her şeyden önce. Gece saat 2’de uyanıp doktora tezini yazmaya ayırdığı süre çocuklarından arda kalan zamandı.
“Ötekileştirilenlerin” yanında duruşu kendini HIV’i yok etmeye adadığı mücadelesiyle başladı. Afrika’da HIV’lı kadınlar için yaptığı çalışmaların bilim dünyasında bir çığır açtığını LSHTM Direktörü Peter Piot da ifade ediyor.
Taşçıoğlu ile Gita’nın ortak özelliği nedir diye sorsalar, savaşçı ruhları derdim herhalde. O kadar sorunun içinde ve okyanusun tam ortasında her an kaybolabileceğini bilerek savaşmanın ve bu savaşta iyi bir insan olarak kalmanın yorgunluğu ancak ölümle atlatılabilirdi. Çünkü bu iki savaşçı ölüm anı gelene dek mücadelelerini asla bırakmadılar. Taşçıoğlu’nun öğrencisi olan doktorlarına söylediği “bütün deneysel ilaçları üzerimde deneyebilirsiniz” sözü bunun en büyük kanıtlarından.
Bugün Taşçıoğlu ile Gita dolu dolu yaşadıkları o yaşamlarına geri dönseler her türlü bahse girerim, çalışma alanlarına dönüp “nerde kalmıştık” derlerdi çok rahat ve umursamadan.
Ve günün sonunda Sezen Aksu’nun o harika şarkısında dediği gibi, “hayat sana teşekkür ederim” sözü herhalde en çok savaşçılara yakışıyor, Taşçıoğlu ve Gita gibi…
KARANTİNA GÜNLÜĞÜ -1-
Bazen kendimi Sean Penn’in yönetmenliğini üstlendiği Into The Wild filminde gibi hissediyorum. “Bir film izledim, hayatım değişti” cümlesini nadir kullandığım filmlerden biri.
Christopher McCandless’in yaşam öyküsünden esinlenen film medeniyetle tüm bağını kesmiş ve doğaya dönen bir gezgini anlatıyor. Yaşadığımız şu günlerde de en çok geçmişe dönmüyor muyuz zaten? Eski dostlarımızı arıyor, geçmişi hatırlıyor, arşivdeki fotoğraflarımıza bakıyoruz.
Medeniyetle doğanın çatışmasında McCandless’in doğaya dönüşü gibi biz de geçmişe dönüyoruz bugünlerde, geleceği planlamayı bırakırken “şimdi’nin” ne denli önemli olduğunu anlıyoruz. Çünkü pişmanlıklarımızın tamamı geleceği düşünürken, “şimdi’yi” kaçırdığımızdan olsa gerek. Belki de onun için McCandless, “kariyeri 20. yüzyıl icadı” olarak görmüş ve tercih etmemişti.
Doğayla aram hiç iyi olmadı, medeniyet kölesi biri oldum hep… Herkes gibi. Zaten biz insan türlerinin arasından da bir tane McCandless çıktı. Öyle ya, McCandless da vahşi patates köklerinden ölmedi zira, açlıktan öldü ama son yaşadığı aylar hayatının en doyumlu aylarıydı. Bazen düşünüyorum da sahi ruh doygunluğunun yanında mide doygunluğu ne ki… Bastıramadığımız bu açlığımızın olduğumuzdan daha başka biri olmaya çalışmakla ilgisi var mı?
BİLİNEN NEW YORK HAYATA GÖZLERİNİ YUMARKEN…
En meşhur kitabı “Kimsenin Bilmediği New York: Şehirde 6000 Mil” idi. New York şehrinin her bloğunu yürümesiyle meşhur olan William Helmreich koronavirüsten 74 yaşında hayatını kaybetti.
Oğlu Jeffrey Helmreich, Helmreich’i, “her konuşan kişinin kendisini özel hissettiği biri” olarak tanımlıyor. Son çalışması da New York’un Staten Island ilçesi üzerineymiş, Jeffrey, bu çalışmayı tamamlayacaklarını da ifade etti.
New York’un her bir köşesini bilen Helmreich bugün yok, zaten koronavirüsten kasıp kavrulan o New York’da artık bildiğimiz gibi değil, ne zaman uyanacağı belli olmayan bir uykuda…
ŞU BAĞIŞ MESELESİ…
“Biz Bize Yeteriz Türkiyem” kampanyasını eleştiren muhalifleri anlamak son derece güç. Gönüllülük esasına dayanan bir kampanyayı bu kadar yerden yere vurmanın ne âlemi var, cebinizden zorla mı para koparıyorlar? Vermezsiniz olur biter.
Ama olup bitmiyor, bu sefer bağış yapanlar hedef haline getiriliyor. Özgürlükten dem vurup başkalarının kendi paralarını istediği gibi kullanma özgürlüğüne sataşmanın “benim istediğim gibi yaşa ve uygula” zorbalığından bir farkı olmasa gerek…
Özgürlük serbestlik ve laçkalıktan değil, başkasının özgür haklarına dil uzatmamaktan geçiyor önce.
NE YİYORUM?
Neticede diyetisyen değilim ama 25-30 kilo vermiş bir insan olarak da diyeti savunmuyorum, sağlıklı beslenmeyi savunuyorum. Onun için şu karantina dönemlerinde iki hafta boyunca hem bağışıklık hem de form korumak için şu iki şeyi yapıyorum…
LOR PEYNİRİ: Sabah aç karna iki bardak suyun üstüne bir yemek kaşığı tüketiyorum.
SUMAK: Akşam yemeğinden bir saat önce 3 yemek kaşığı yoğurdun içine 1 tatlı kaşığı sumak karıştırıp yiyorum.
Not: Bu süreçte öğle yemeği yemiyorum, yeşil elmayla geçiştiriyorum.
YAZIYI YAZARKEN ARKADA DÖNEN ŞARKI: Cynthia Erivo – Stand Up (From Harriet)