Hayatımızın büyük bir bölümü bu ve buna benzer inançlar ağına bağlı olarak biçimleniyor/şekilleniyor.
Dile getirilen bir yargı/önerme, doğruluk ve inanç arasında doğrudan bir ilişki vardır. Doğru olduğuna inandığımız bir yargının kesin bilgi değeri taşıdığını düşünürüz çoğu zaman. Kısaca, bir yargının bilgi haline dönüşme süreci bizim o yargının bir doğruluk dile getirdiğine dair inancımıza bağlıdır. Ne var ki bilme süreci çoğu zaman doğrudan değildir ve sahip olduğumuz bilgilerin çoğu doğrudan deneyimlerimize dayanmaz. Doğrudan deneyimlerimize dayanmasa da birçok yargının bilgi değeri taşıdığından kuşku duymayız. Kuşku duymuyor olmamızı ortak paylaşılan bir kanıya bağlar ve doğru olduğuna inandığımız bir yargıya dair inancımızı ortak kanı aracılığıyla gerekçelendiririz. Böylece bilgi içeriğine sahip olduğunu düşündüğümüz bir inanç ortaya çıkmış olur.
Hayatımızın büyük bir bölümü bu ve buna benzer inançlar ağına bağlı olarak biçimleniyor/şekilleniyor. Kesin değil ancak kesin olduğuna inanılan bilgilere bağlı olarak ortaya çıkan bir “doğru” kavrayışıyla yaşantımızı sürdürüyoruz. Bunda şaşılacak bir şey yok gibi görünüyor. Bu türden inançlara bağlı kalarak sürdürülen bir yaşantıyı terk etmek için daha güçlü nedenlerimiz yoksa bu doğru kavrayışının dışına çıkma gibi bir çabaya girmek için de bir neden yok diye düşünürüz. Bu tarz bir düşünme gerekçeler ve nedenlerin birbirine karıştırıldığı çelişkili bir zihin durumunun göstergesidir.
Bir elmayı ısırdığımızda, eğer tat duyumuzda bir sorun yoksa, dilimiz üzerinde ortaya çıkan etkileri birinci şahıs deneyimi üzerinden dile getirebiliriz. Algı süreçlerindeki kişisel farklılıkları dışta bırakarak elma ekşi, tatlı veya acıdır diyebiliriz. Bu deneyim benim elma hakkında bilgi sahibi olmamı, bu bilginin benim için bir doğruluk değeri taşıdığını iddia etmemi ve buna bağlı olarak da bir inanç oluşturmamı sağlar. Burada ortaya çıkan bilginin doğruluk değerine dair inanç süreçlerinin tamamı doğrudan deneyimlerime dayandığı için bunlardan kuşku da duymam. İnançlarımı deneyimlerim aracılığıyla gerekçelendirebilirim. Bilgi iddiasında bulunmamı sağlayan gerekçeleri ortaya çıkaran nedenleri doğrudan deneyimlediğim için kuşkulu bir zihin hali içinde olmadan dışımdaki gerçeklikle bağ kurabilirim.
Peki, daha önce elmanın tadını hiç almamış birine bu elma tatlı, ekşi ya da acıdır dediğimizi düşünelim. Onun dile getirdiğimiz bu türden bir yargıya inanmasının gerekçesi ne olacaktır? Bunu, örneğin bir bilim insanı, öğretmen siyasetçi ya da bir çiftçi olarak söylemiş olmam onun gerekçesinin nedeni haline gelebilir mi?
Yukarıdaki soruları basit bir örnekle açımlayalım. İlkokula yeni başlayan bir çocuk düşünelim. Öğretmenin bu çocuğa “elma ekşi bir meyvedir” dediğini varsayalım ve bu ifadeyi çözümleyerek çocuğun kazandığı inancın doğruluk değerini araştıralım. Bu yargıya bağlı olarak, çocuk elma diye bir meyve olduğunu ve elmanın ekşi bir meyve olduğunu öğrenir. O bu bilgileri deneyimlemeden öğretmeni aracılığıyla edinir. Çocuk bunlardan önce başka bir inançtan kaynaklanan önsel bir bilgiye daha sahiptir. Öğretmen her şeyi bilir. Öğretmen öğretendir, öğrenci öğrenen. Öğretmen yalan yanlış şeyler öğretmez. Çocuk bu inançlardan hareketle “elma ekşi bir meyvedir” ifadesinin doğru olduğuna inanır. Doğru olduğunu düşündüğü bu inançtan hareketle de yargı çocuk için deneyim dışı bir bilgi formuna dönüşmüş olur.
İnançlarla yaşantılarımızı inşa ederiz. Ne var ki inançlar gerekçeler ve nedenlerin bilgisine sahip olmadan körü körüne bağlanılan sözel bildirimlere dayandığında dışımızdaki gerçeklikle olan bağımız kopar. Hiç elma yememiş birinin elmanın ekşi olduğunu bilmesi onun yaşantısında ne gibi bir değişiklik ortaya çıkarabilir? Elma yiyen birinin inan bana, bu elma ekşi bir elmadır demesinin benim için ne anlamı olabilir? Ona inanmam ve bu inançtan hareketle elmanın ekşi olduğu bilgisinin doğru olması benim yaşantıma ne katar? Doğru söylüyorum, bana inanmıyor musun diyenlere bu sorulara vereceğimiz yanıtların ortaya çıkaracağı inanç üzerinden yaklaşmanın ne zararı olabilir?
Bu sorular üzerinde düşünmeyen ve yaşantılarını örnekte dile getirildiği şekilde sahip olunan bilgi formlarıyla sürdürebileceklerine inananlar sahra çölünde balık avlanabileceği iddiasına da inanırlar.
Gerçeklikle olan ilişkimizi zihnimizin bize gösterdiği şekilde kuralım. Yanılıyor olabiliriz. Sorun yok. Yanılmak da bilgi/bilme sürecine içkindir. Bu yanılgının ortaya çıkaracağı zarar başkaları tarafından sürekli olarak yanıltılıyor olmanın ortaya çıkaracağı zarardan daha fazla olamaz. Diyeceğim o ki, siz de bir ısırık alın elmadan. Ekşi mi değil mi siz karar verin.