Türkiye mi acayip, bütün dünyada mı alışkanlık oldu bilemiyorum. Herkes birbirini yalanlıyor.
Türkiye mi acayip, bütün dünyada mı alışkanlık oldu bilemiyorum. Herkes birbirini yalanlıyor.
Kılıçdaroğlu bir iddia atıyor ortaya. “Belgesi var!” diyor.
Cumhurbaşkanı, “Yalan. İspatlayın, siyaseti bırakayım. İspatlayamazsanız siz ne yapacaksınız?” diye soruyor.
Havada uçuşan fotokopilerin aslında başka bir şey olduğu ortaya çıkıyor.
Fakat sonuçta tarafların tavrı değişmiyor. İddia sahibi o iddiayı dillendirmeye devam ediyor.
Kılıçdaroğlu’nun kendisiyle ilgili bir tezat yüzüne vurulduğu zaman da, “Ben onu kastetmedim. Ama söylediğimin arkasındayım.” diyor. Kim kimin arkasında belli değil.
Şimdi ortaya çıktı ki, Trakya bölgesindeki bazı belediye başkanları “Kardeş Şehir” kumpasıyla kumar oynamak için Bulgaristan’ın Svilengrad şehrini su yoluna çevirmişler. Karayoluyla her gün git gel!
2,5 yılda 557 gün sınırı geçip kumara giden başkan var. Bakalım ne diyecek Kılıçdaroğlu? “Yalan, o başkanlarımız hayatlarında yurt dışına bir kez bile çıkmamıştır” der mi der!
Görevinden uzaklaştırılan Ataşehir Belediye Başkanı, Kılıçdaroğlu’na sorarsanız her türlü iddiadan yargı yoluyla temize çıkmış. Gözümüzün içine baka baka böyle söylüyor. O Buz Rezidansta da kızının dairesi yok. Önce yoktu. Sonra maaşıyla aldığı söylendi. Güvenli bir siteymiş; ondan…
Karısı milletvekili, kocası belediye başkanı… Elbette sadece CHP için geçerli değil bu siyasi mugalata…
“Yok öyle bir şey!” tepkisi karşısında, “Tamam da, ortada bazı emareler var. Hatta yok dediğinizin var olduğuna dair kuvvetli işaretler…”
“Yok dedik kardeşim! İftira bunlar… Asıl bu iftirayı atanlar…”
Kör döğüşü…
Böyle bir kör döğüşü Medine Müdafii Fahrettin Paşa hakkında da aldı yürüdü. BAE Dışişleri Bakanının terbiyesizliğinden sonra, ülkemizin nadir değerlerinden Prof.Dr.Ekrem Buğra Ekinci’ye her taraftan saldırıya geçildi. Fakat saldıranların hiçbiri Ekinci’nin müktesebatına sahip değil.
En son Taha Akyol yazısına “İsmi lazım değil, hukuk tarihçisi bir profesör…” diye başlıyor.
Demek istiyor ki, profesör ama hikâye… Demek istiyor ki, bakmayın yazdığı tuğla gibi 15 kitaba, ben Türkiye’nin mümtaz aydını olarak ne söylüyorsam, doğru odur. Profesörler bilmez…
Aslında doğru, her profesör o titrin hakkını verecek durumda değildir.
Ama hakkını verecek ve veren akademisyenlerimizi sayacaksak, Prof.Dr. Ekrem Buğra Ekinci ilk akla gelenlerdendir şüphesiz. Değil diyorsanız, Ekinci’nin kitaplarını okumamışsınız, hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz ve OdaTv’nin kumpasına ve gazına gelmişsiniz demektir.
Siz Sayın Hürriyet Yazarı Taha Akyol, kimsiniz ki, muhtemelen hiçbir kitabını elinize bile almadığınız bir akademisyeni aşağılıyorsunuz?
Ha aslında siz şu cümlelerin yazarısınız:
“Muhafazakâr kesimdeki popüler bakışa göre, Ulu Hakan hainlerle ve yedi düvelle kahramanca mücadele etmişti. Bu durumda Abdülhamid’e muhalefet eden İttihatçılar ya hain ya gafil olmalıydı! İttihatçılar vatansever insanlardı, iktidarda çok hataları oldu ama onların yetişmelerini ve tecrübe kazanmalarını sağlayacak siyasi kurumlar ve siyasi iklim Osmanlı’da var mıydı?”
İşte Osmanlıya bakışınız bu…
Koca bir imparatorluğu rezil kepaze eden tayfa vatansevermiş!
Sonuçta Profesör Ekrem Buğra Ekinci’yi linç girişiminin aktörleri OdaTV başta olmak üzere, bir kısım uçak gazetecileri, Taha Akyol’un kankası İlber Bey ve eski mesai arkadaşı Bardakçı… Ekip şahane… Popüler kültür ve algı uzmanları birliği…
Kimse kimseyi sevmek zorunda değil.
Mesela ben Abdülnhamid Han’a hakaretlerinden ve mason reformistler Efgani ve Abduh’a muhabbetinden dolayı Mehmet Akif’ten hoşlanmıyorum.
“Vay sen nasıl İstiklal Marşı şairimizden hoşlanmazsın!” gibi bir tepki ilmi olabilir mi?
Veya Çanakkale Savaşı bir savunma savaşı olması hasebiyle askerlerin kahramanlığının konuşulabileceği fakat komutanların başarısından söz edilemeyeceği bir savaştır desem alacağım karşılık yine “Vaaay” ile başlayan “Sen nasıl komutanlarımıza laf edersin?” kutsamasıyla devam eden bir tepki olmayacak mı?
Ne yani, gönlünüz olsun diye yalan mı söyleyeyim?