Kur'an-Kerim'in ehemmiyetli hususiyetlerinden biri de veciz olması, az sözle çok şey ifade etmesidir. Bunlardan biri de Âl-i İmran 185'te "Dünya hayatı, aldatıcı bir metâdan başka bir şey değildir" âyetindeki "Aldatıcı metâ" yani "Metâ-ı gurur" kelimesidir.

Metâ-ı gurur, "Müşteriyi kandırmak için allanıp pullanarak,süslendirilip boyanıp hoş gösterilen, alındıktan sonra foyası ortaya çıkan, aşağılık olduğu sonradan anlaşılan mal" mânâsına gelir. Dünya için kullanılan müdhiş bir ifâdedir. Hâl-i hazırda pazardan aldığımız bir malın kötü olduğu anlaşıldığında bunu telafi etmek mümkündür.  Fakat dünyanın aldatıcı olduğunu bu dünyada fark edememek, öldükten sonra bunun farkına varmak insan için en büyük hüsrandır.

Rabb'imiz Kur'an-ı Kerim'de "Nihayet onlardan birine ölüm gelince, "Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım" der. Hayır! Bu, sadece onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır." buyurarak bunun telâfisinin mümkün olmayacağını beyân ediyor.

Bir insan için en büyük azap ve ceza, verilen nimetlerin elinden heba olup gitmesidir. O sebeple insan, daha bu dünyada bunun farkına varmalı, işini ötelere bırakmamalıdır.

Ey gaflete dalıp ve bu hayatı tatlı görüp ve âhireti unutup dünyaya talip bedbaht nefsim! Bilir misin neye benzersin? Deve kuşuna… Avcıyı görür, uçamıyor; başını kuma sokuyor, tâ avcı onu görmesin. Koca gövdesi dışarıda. Avcı görür. Yalnız o, gözünü kum içinde kapamış, görmez.(1)


Nefislerimiz "Her nefis ölümü tadacaktır" hakikatini bildiği ve  ondan kaçmak mümkün olmadığı halde başını gaflet kumuna sokup sarhoş edip uyuşturuyor. Ecel celladı ise her daim avcı gibi onun başında ecel vaktini bekliyor. Ey nefsim! Ôlüm gelmeden evvel, bu gafletten uyan!

Dünyanın üç yüzü var: Birincisi esmâ-ül hüsnâya bakan yüzü. Bu yüzde mümin, mevcudât üzerinde Allah'ın imzasını görüp o mevcudâttan esmalara pencere açarak O'nu tanımaya çalışır. Bu yüz güzeldir. İkinci yüzü dünyanın âhiretin tarlası olduğu yüzüdür. Mü'min tefekkür ederken bir taraftan da her anında buranın tarla olduğunu, burda ektiği salih amel tohumlarının ahirette neşv-ü nema bulacağının farkında olarak her daim çalışır. Bu yüzü de güzeldir.Üçüncü yüzü ise insanın heveslerine, gafletine, sefahatine bakan yüzüdür. Bu, Peygamber Efendimiz'in (sav) "cife" olarak nitelendirdiği yüzüdür, çirkindir, sevilmez.

Nefislerimiz genelde bu yüze bakıp aldanıyor. Diğer yüzlerinin güzelliğini fark edemiyor. Dünyaya yanlış nazar ederek, tek vecihten bakarak, ölümün, ayrılıkların ebedi olduğu zannıyla elindekilerle teselli bulmaya çalışıyor ve kalbini, ruhunu yaralıyor, kanatıyor. Gafletle Allah'ı unutuyor.

Halbuki ölümün hakikatini hatırlasa iman nazarıyla ölüme baksa, ayrılıkların muvakkat olduğunu unutmasa bu gafletten uyanacak. Ölüm bir yok oluş, ebedi ayrılık, çürümek değildir. Ehl-iman için mevt, hayat vazifesinden bir paydostur, bir terhistir. Mekân ve vücut değiştirmektir, bâki hayata bir davet ve başlangıçtır. O kabirler, çukurlar kapılardır, nurani alemlere girmek için kazılan yeraltı tünelleridir.


Yusuf (as), Mısır Azizi olup ailesine kavuştuğu halde bu sürurlu vaziyetten daha parlak ve daha saadetli bir vaziyete kavuşmak için Cenab-ı Hak'tan vefâtını istedi. Şu duası meşhurdur: "Müslüman olarak canımı al ve beni salih kimselerin arasına kat"(2)

Kur'an'da geçen bu kıssa bize şu dersi veriyor:Kabrin arkası için çalışınız, hakiki saadet ve lezzet ondadır.(3)
Başta iki cihan güneşi Peygamberimiz (sav) ve milyonlarca sevdiklerimiz kabrin öte tarafındadır. Ölümden niçin bu kadar korkuyoruz?


Zaman degişmiş, asır başkalaşmış, herkes dünyaya tapmış olsa da ölüm değişmiyor. Her daim bir yolculuk var. Beşerin yolculuğu zelzeleler, ani ölümler, seller gibi türlü türlü musibetlerle hızlanıyor. Herkes kabre yalnız girip hesabını tek başına vereceği için "Ben de herkes gibiyim" diyemeyiz. Herkes bizimle kabir kapısına kadar gelebilir.

Peygamberimiz (sav) "Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve yaptığı işler. Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler (ameli) kendisiyle birlikte kalır.”(4)

Bizimle kabre kadar dahi gelmeyen vefasız mal mülk için  beşer, ömrünü hebâ ediyor. Taksitlerini ödemek için senelerini harcıyor. Belki ibadetlerini ihmal ediyor veya harama bulaşıyor. Bu mal insana fayda etmeyeceği gibi günah yükünü de boynuna takıp onu cehenneme yuvarlıyor. Yine Allah'tan  daha çok sevdiklerimiz için de aynı şey geçerli. Kabirde bizimle kalmalarını istesek elbette mümkün olmayacaktır. En vefalı dostumuz, yine en çok ihmal ettiğimiz iman ve salih amellerimizdir.
 

Elbette şükrünü ifâ ettiğimiz mal mülk, iyi yetiştirilen evlatlar, salih dostlar bize vefat ettikten sonra da fayda sağlayacak ve bakileşecek.

Şükrü eda edilmeyen mallar  "Rabbinin fil ashabına  ne yaptığını görmedin mi?"(5) âyetindeki fil ashabının âkibetine uğrar. Âyetler her asra hitab ettiğine göre burdaki "Fil ashabı" yerine "Dünya ashabını"(6) koyduğumuz taktirde dünya nimetlerine sahip olup onu zulümde, İslâm'ın mukaddesatını çiğnemekte, dinsizlikte, sefahatte kullanan, dünyaperest, gaddar zalimlerin başlarına yaptıklarının bedeli olarak tokatlar geleceğini anlıyoruz.

Tarihin tozlu sayfaları bu örneklerle doludur. Nice yaptıkları binalarla, bahçeleriyle, hazineleriyle övünen insanlar ve kavimler helâk olup gitmişlerdir.


Şu dünya misafirhanesine hikmet nazarıyla baktığımızda hiçbir şeyin nizamsız, gayesiz olduğunu göremeyiz. Mükemmel bir intizamla; nebâtat, hayvanatla baştan aşağıya kadar gayelerle hikmetlerle süslendirilip donatılmış, meczub bir Mevlevi gibi döndürülen bu yerküre Âdemoğlunun, bilhassa müminlerin, beğenmediği gafletli tavırlarının manevi ağırlığından kurtulmak için omuz silkmeye benzer zelzele gibi bir hadisenin gayesiz olduğunu, bunun Allah'tan değil de sebeplerden geldiğini göstermek asıl Müsebbib-ül Esbâbı unutmak kâr-ı akıl değildir. "Arz, takva üzerine tesis edilmiş bir mescid hükmündedir"(7) Bu sebeple üzerinde işlenen günah yükünü kabul etmiyor ve bir emir tahtında hareket ediyor. Yaşanılan hiç bir hadise tesadüfi değildir.

Küre-i Arz, zamanı geldiğinde beşerin yaptığı eserleri şirk gibi, şükürsüz bulacak. Hâlık'ın emriyle bir büyük zelzele ile yani kıyametle bütün yeryüzünü silip temizleyecek. Şirk ehlini cehenneme, şükür ehlini de cennete dökecek. İşte dünya hayatı böyledir. Gaflet uykusundan uyanmazsak bu şekilde uyanacağız. Allah ölmeden evvel uyananlardan eylesin. Âmin!

(1)Sözler
(2) Yusuf Suresi 101.âyet meâli
(3)Mektûbat
(4) Hadis-i Şerif (Buharı)
(5)Fil Suresi 1.ayet meâli
(6) Kastamonu Lahikası
(7)İşârât-ül İcâz