Bir önceki yazımda Fatih'in ölümünün suikast olma ihtimaline değinmiştim.
Bir önceki yazımda Fatih’in ölümünün suikast olma ihtimaline değinmiştim. Eğer suikast gerçek ise bunun Osmanlı derin devletinin işi olabileceğinden bahsetmiştim. Fatih öldüğünde Vezir-i Azam olan Karamâni Mehmed Paşa (Mevlana soyundan gelen bir Türk soylusuydu), Padişah’ın öldüğünü ordudan ve Divan’dan saklayarak “Padişah rahatsızlandı, onun için bir müddet sarayda istirahat edecek.”, diyerek Fatih’in cenazesini İstanbul’a sevk etti. Şehzade Cem‘e üç ve Şehzade Beyazıt’a da bir ulak yolladı. Şehzade Cem’e yollanan ilk ulak öldürüldü, arkasından gelen ikinci ve üçüncü ulak da öldürüldü. Bu işlerin arkasında Yeniçeri Ağası Sinan Ağa’nın olduğu rivayet edilir. Şehzade Beyazıt’a gönderilen ulak olan Keklik Mustafa ise sağ salim Beyazıt’a ulaştı.
Karamâni Mehmed Paşa, ne kadar gizlemeye çalışsa ve tedbir alsa da, bazı kuşlar Yeniçerilere Fatih’in öldüğünü fısıldamışlardı. Hünkârın ölümünün bir suikast, sorumlusunun da Karamâni Mehmed Paşa ve Yahudi mühtedisi sertabip Yakup Paşa olduğunu da eklemişlerdi. Yeniçeriler Kartal ve Pendik’ten kayıklara binip İstanbul’a geçtiler. Karamâni Mehmed Paşa’nın konağını basıp şehit ettiler, Yakup Paşa’nın bulunduğu Yahudi mahallesini de yağmaladılar. Ancak şanslı Yakup Paşa önceden kaçmış ve Venediklilere sığınmıştı. Karamâni Mehmed Paşa öldürüldükten sonra, o zaman kadar hiçbir şey yapmayan payitaht muhafızı İshak Paşa (ki Fatih’in ortadan kaldırdığı Çandarlı’nın yetiştirmesi bir devşirme idi) duruma el koydu ve yağmacı askeri dağıttı. Taht naibi olarak Şehzade Beyazıt’ın büyük oğlu Şehzade Korkut’u ilan etti. Bir hafta içinde imparatorluktaki güç dengeleri değişmiş, iktidar vergi artışlarından rahatsız olan eşrafa, savaş karşıtı devşirme bürokrasisine ve Fatih tarafından vakıfları kamulaştırılan tarikatlara yakın olan Paşaların eline geçmişti.
Şehzade Beyazıt İstanbul’a geldiğinde siyah kaftan ve siyah kavukla matem giysileri içinde idi. Fatih’in cenazesi kaldırıldı. Fatih’le beraber cihan imparatorluğu olma politikası da bir dönem için ölmüştü.
32 yıla yakın bir müddet hüküm süren Sultan İkinci Beyazıt, Osmanoğulları’nın en alimlerinden biriydi. Babasının kan ve demirle kurduğu imparatorluğu kurumsallaştıran, denizciliği ihya eden, Yavuz ve Kanuni devirlerinde dünyaya korku saçan Yeniçağın modern ordusunu kuran büyük bir devlet adamıdır. Çok stratejik birkaç nokta dışında (Moldavya’da Akkirman Kalesi) büyük fetihlere girişmeyen ancak ülkede refahı arttıran bir barış dönemi Sultanıdır. Zaten devlet böyle bir figüre ihtiyaç duyduğu için askeri ve mülki erkânın ittifakı ile Padişah olmuştur. İkinci Beyazıt Fatih’in ideal veliahtı mıydı? Bilemeyiz, ama rivayet edilen odur ki en fazla ortanca oğlu Şehzade Mustafa’yı sonra de küçük oğlu Şehzade Cem’i tutarmış. Şehzade Mustafa’nın ölümü de şaibeli gibi görülmektedir. Allah en iyisini bilir.
Aradan otuz yıla yakın zaman geçtikten sonra, Al-i Osman ülkesinde devran değişmiş, şartlar artık barışçı politikalara yer olmayan bir hal almıştı. Mısır Memluklarıyla olan çatışmalar ve Azerbaycan’da yükselen yeni bir Türk devleti Safevilerin devletin bekasını tehdit ettiği bir ortamda devletin başında bir filozof değil ama bir mareşal istenmekteydi. O mareşal ise Sultan İkinci Beyazıt’ın en küçük oğlu Şehzade Selim’di. Ağabeylerinden Şehzade Korkut’un erkek çocuğu olmamıştı. Kendisi denizcilikle ilgili ve âlim bir şehzade idi. Öteki ağabeyi Şehzade Ahmet ise İkinci Beyazıt’ın en tuttuğu oğlu idi. Ne var ki, Şahkulu İsyanında başarısızlığı, orduyu bırakıp kaçması, özellikle Yeniçeriler arasında isminin üstünün çizilmesine yol açmıştı. Padişah yaşlıydı ve rahatsızdı, (yine nikriz, ne tesadüf! DMD). Şehzadeler daha babaları yaşarken taht kavgasına girmişlerdi. İlk önce Şehzade Korkut Yeniçeri Ocağı’na geldi, onları kendi hükümdarlığı için ikna etmeye çalıştı. Yeniçeri ağaları ona arka kapıyı gösterdiler. Sonra şehre girmesi yasak olan Şehzade Selim, gizlice sur içine girdi, Yeniçeri karargâhı olan Yeniodalara (bugünkü Aksaray meydanındaydı, DMD) geldi. Yeniçeri Ağaları’nı ikna etti. Bilâhare ulema ve paşalarla da istişare etti. Sonunda hepsi Selim’de karar kıldılar. Filozof Padişah Beyazıt’a da bir feragatname imzalatıp tahta Selim’i, yani bizim bildiğimiz adıyla Yavuz Sultan Selim Han’ı çıkardılar. İstanbul’da Yeniçeri ortalarında “Yürü bre Sultan Selim, devran senindir!” nameleri okunmaktaydı…
İki yazıdır anlattığım bu hikayenin ana hatları aynen geleneksel Osmanlı tarihlerinde bulunmaktadır. Anlattıklarım bize ne ilham etmektedir: 1. Devletin jeopolitiğinin ihtiyaç duyduğu hükümdar tahta (en son aday olsa bile) yine devlet eliyle çıkarılmaktadır. 2. Asker burada tetikçi rolünü üstlenmektedir. 3. Devlet, eğer Osmanlı’nın son dönemi veya NATO’cu Cumhuriyet dönemleri gibi dış ittifaklara göre tasarlanmışsa, iktidar müttefik olarak bildiğimiz dış güçlerin plan ve desteğiyle asker tarafından değiştirilmektedir.
Pekiyi, bugün darbe tartışmaları ne anlama gelmektedir: Türk Devleti bugün NATO ittifakındaki müttefikler eliyle yönlendirilmemektedir. Ordu içindeki NATO’cu unsurlar (başta FETÖ’cüler olmak üzere) büyük oranda tasfiye edilmiştir. Hükümet çözüm süreci gibi devletin jeopolitiğine hiç uymayan bir politikadan vaz geçmiş, bağımsız bir dış politikaya yönelmiş, TSK yerli ve milli silahlarla donatılmış ve en önemlisi bütün bu politikalar halkın da desteğini almıştır. Darbenin olması için hükümetin dışa karşı zayıf olması, devletin jeopolitiği ile uyumsuz politikalar izlenmesi ve halkın da gidişattan rahatsız olması gerekir. Bugün böyle bir durum yoktur. Eğer, buna rağmen bir avuç eşkıya misali bir hareket denenecek olursa akıbetleri Talat Aydemir veya FETÖ’cülerin akıbeti gibi olur. Vesselâm…
Kuvvacı dedelerim Ali Osman Ağa ve Muharrem Ağa
Hepinizin 19 Mayıs Bayramınızı ve geçmiş Kadir Gece’nizi kutlarım. Bir kuvvacı torunu olarak 19 Mayıs bana çok önemli hatıralar yâd ettirir. Bildiğiniz gibi 19 Mayıs 1919’da Kuvva-yı Milliye (Milli kuvvetler) hareketi başlamıştı. Gazi yurt sathında emperyalistler ve onların işbirlikçilerinin istila ve işgaline karşı bütün halkı seferber etmeye 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkarak başlamıştı. Benim memleketim olan Adapazarı’nı da içine alan Kocaeli – İstanbul hattında merkezi Şile’de olan Rum çeteleri halka büyük eziyet etmekteydiler. Hükümette yer alan İtilafçı hainlerin İngilizlere dalkavukluk politikaları yüzünden bütün bölge Rum ve Ermeni eşkıyaların tasallutu altında kalmıştı. Bizim bölgede Kuvvacıların reisi Halit Molla idi. Halit Molla’nın yanında iki serdengeçti Ali Osman Ağa ile Muharrem Ağa’ydı. Muharrem Ağa (nüfusta ismi İsmail Ulu diye geçer, 1 Temmuz 1883 Hayrabat köyü doğumluydu) babaannemin babasıydı. Ali Osman Ağa ise (Ali Osman Göbekçioğlu 1 Temmuz 1894 Kandıra Müezzinler Köyü doğumluydu) annemin babasının babasıydı. Halit Molla ve içinde Ali Osman Dedem ve Muharrem Dedemin bulunduğu Kuvvacılar bu Rum ve Ermeni çetelerine dünyayı dar ettiler. En sonunda Şile’yi basıp Rum çete başını Hükümet Konağı önünde ipe çektiler. O dönem, acılı bir dönemdi. Eli silah tutanlardan kaçan Rum ve Ermeni eşkıyalar masum çocuk ve kadınlara işkence etmekteydiler. İşte 19 Mayıs bu eşkıyalara karşı benim dedelerimin başlattığı mücadelenin de başlangıcıdır. Ali Osman Ağa kendinden 10 yaş büyük Muharrem Ağa ile meclislerde bir araya gelirmiş. Nereden bileceklerdi ki, onlar öldükten sonra torunları evlenecek, onların oğulları da isimlerini YENİBİRLİK’te yâd edecek. Allah bütün Kuvva-yı Milliyecilere rahmet eylesin.