İletişim profesörü Brian McNair (*), özellikle siyasi konular üzerine analiz yapan gazeteciler için "political pundit" ya da "journalist as pundit" terimini kullanır.
Bu terimde kullanılan Sanskritçe kökenli “pundit” kelimesi, “âlim”, “bilge” ya da “uzman” anlamındadır.
Bir köşe yazarının pozisyonunu medya-siyaset ilişkileri bağlamında ele alan McNair, “punditlik” vasfının en yüksek noktasının köşe yazarlığı olduğunu ifade etmekle birlikte, esas görevinin kitlelerin fikirlerini şekillendirme işlevi olduğunu belirtir.
Hiç şüphe yok ki, yorum, “subjektif” olduğundan, doğruluğu üzerinde eleştiri yapılamaz.. Yazarın, kişisel yargılarını içerir.. Gazetecilikte, özellikle köşe yazıları ve yazarları için temel ilkelerden biridir.
Ancak, ‘eksik bırakılan kısım’ tamamlanabilir.
Bu tamamlama, yazıda anlatılanların aslında madalyonun sadece bir yüzünü gösterdiğini, her iki taraftan eşit mesafeden bakıldığında, gerçeğin farklı olduğunu ortaya koyar, çoğu zaman.
“Boğaziçi ve rektör” tartışmalarının zirve yaptığı geçtiğimiz hafta, buz dağının sadece görünen yüzünü köşesine taşıyan Yılmaz Özdil’in kaleme aldığı “Rektör” başlıklı yazı, buna güzel bir örnek.
Türkiye’nin 2. Cumhurbaşkanının oğluna 45 bin kilometrede ikinci el bir otomobil almasından, Profesör İnönü’nün ODTÜ'ye istemediği halde rektör seçilmesine.. Merhum İsmet İnönü ve oğlu merhum Erdal İnönü’den birkaç anı aktardı..
“Oğlunun özgürlüğü için bile, damadının özgürlüğü için bile adalete müdahale etmeyen, oğlunun hayatı için bile devlet görevlilerine müdahale etmeyen cumhurbaşkanından… Ne günlere geldik.” cümlesi ile son bulan bir yazıydı.
Hürriyet gazetesinde yıllar önce okuduğum bir haberi hatırlatmıştı.
'Babam İnönü benim için fakülte açtı' başlığını taşıyan 6 Ekim 2004’ye yayımlanan yazıda şu ifadeler yer alıyordu:
“Fizik alanında Nobel’den sonraki en önemli ödül olan Wigner Madalyası’nı alan Prof. Erdal İnönü, Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen törende yapmış olduğu konuşmada, 1947’de mezun olduğu Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nin, zamanın Cumhurbaşkanı olan babası İsmet İnönü tarafından kendisi için açıldığını söylüyor.”
Kısa bir tarama sonrası ulaştığım, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nin tanıtım kitapçığındaki, “İlk Öğrencimizden Bugüne Fen Fakültesi” başlıklı tanıtım metninin ilgili bölümü de yazılanları birebir doğruluyordu:
“… İnönü çocukluğunda annesine düşkündü. Ankara Gazi Lisesi’ni bitiren Erdal İnönü, üniversitede fizik okumaya karar verdi. Ankara’da Fen Fakültesi olmadığı için o da İstanbul’da okuyacaktı.
Oğlunun hasretine dayanamayan Mevhibe Hanım için İsmet Paşa radikal bir karar alarak o yıl Ankara’da bir Fen Fakültesi kurdurttu.
Erdal İnönü, Fen Fakültesi Fizik Bölümüne 1 numaralı öğrenci olarak kaydoldu.
Bunun üzerine muhalifler hemen ‘Cumhurbaşkanı oğlu için Fakülte açtırdı’ söylentilerini çıkardı.
Erdal İnönü, yıllar sonra kendisine bu konuda yöneltilen bir soruya ‘Cumhurbaşkanı oğluna özel bir elbise yapılmadı ki! Fakülte kurulmasına ben neden olduysam, bundan iftihar etmem gerekir.’ diye yanıt verecekti.”
***
KİTLELERİN FİKRİNİ ŞEKİLLENDİRMEK
Yıkmadan, kırmadan, incitmeden, kimsenin tavuğuna ‘kışşt’ demeden bir değişim istedik daima.. Çoğu zaman değişmiş taklidi yapmak, değişmekten daha cazip geldi.
Günün sonunda aslında bazı şeylerin değişmediğini, asla da değişmeyeceğini hep birlikte gördük, özellikle de medyada..
Birkaç hafta sonra, 28 Şubat’ın yirmi üçüncü yıldönümü..
8 Temmuz 1996’da Refah-Yol Hükümetinin güvenoyu almasıyla başlayan ve 28 Şubat 1997’de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısından ismini alan süreçte, rolü hep tartışılan ana aktör medyaydı.
Yazıldı, çizildi..
Dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’in, Sultanahmet Meydanı'nda düzenlediği "Demokrasi ve orta sağı bütünleştirme" mitingi, medyanın Refah-Yol’a saldırı sürecinin önemli kilometre taşlarından biri oldu.
Tüm okların zaten uzun süredir üzerine çevrili olduğu Çiller, bir kez daha "hedef tahtasına" konmuştu.
Süregiden zamanda insanlar aslı astarı olmayan pek çok haberi, yazıyı gerçek sandı, inandı. ‘Kitlelerin fikirlerini şekillendirme işlevi’ yerine getirilmişti..
18 Haziran 1999 seçimleri sonrası oluşan Meclis aritmetiğinde DYP muhalefet partisi olarak yer alıp, DSP, ANAP ve MHP’nin üçlü koalisyonla 57. Hükümeti kurunca, medyada hava da değişti.
Siyasi tarihe 'postmodern darbe' olarak geçen süreçte halkın nasıl kandırıldığını anlatan bilgiler, kısa süre sonra dönemin ana aktörleri tarafından paylaşılmaya, anlatılmaya başlandı.
Bu isimlerden Can Ataklı, 1999 yılı Ekim ayında Öküz Dergisi'nin 65. sayısında Oray Eğin’le yaptığı mülakatta, Çiller için, “Bir insanı siyaseten yok etme, linç kampanyası açıldı.” ifadesiyle, kendisine, “Yazın da bu kadının kafasını koparalım” diyen generallerden söz etti.
Sonraki yıllarda da, 28 Şubat’ın arkasında büyük medya ve sermaye gruplarının nasıl çalıştığını detaylı olarak anlattı.
Hatta günlük gazetelere verdiği röportajlardan birinde, "Çiller'e çok mu yüklenildi?" sorusuna,
"Çiller'e bir haksızlık yapıldı. Bence hak etmediği bir ölçüde yıpratıldı. Cumhuriyet tarihi içerisinde Çiller'e yapıldığı kadar hiçbir politikacıya bu kadar ağır yapılmadı. Göz göre göre haksız, yanlış olduğu bilinmesine rağmen bunun yapılmasına karşıydım. Yıpratmak için oğlu, kocası kimi varsa... Bir de atış serbest. İstediğini yaz." yanıtını verdi.
Bununla da kalmadı Ataklı..
Asıl hayret verici açıklamayı 2012 yılında katıldığı TRT Haber'de yaptı:
"Dönemin Turizm Bakanı Bahattin Yücel’i ben istifa ettirdim."(**)
(*) Şu günlerde, Queensland Üniversitesinde gazetecilik, medya ve iletişim profesörü olarak çalışan Brian McNair’ın gazetecilik, siyasi iletişim ve popüler kültür gibi çeşitli konularda yazdığı 16 kitabı 18 dile çevrilmiştir.
(**) Bahattin Yücel, Mart 2012’de görüşmeleri doğrularken, iddiayı yalanladı.