En çok renkler mi dikkatini çekerdi çocukların? Her gördüğü renge doğru giden çocuk heyecanlanır ve güler miydi?

En çok renkler mi dikkatini çekerdi çocukların? Her gördüğü renge doğru giden çocuk heyecanlanır ve güler miydi? Çevresinde olup biten ne varsa her birisini dikkatle inceler, merak eder, alıp ağzına götürür, parmakları mı yanardı? Büyüklerin sabırla takip ettikleri çocuğun bu merakını giderebilecek işaretler, uyarı cümleleri, cıs yakar gibi ifadelerin nedense hiçbir anlamı olmazdı. Çocuk merakıyla koşarak gider ve yanardı.

Mevsimlerden kardı

Kar bembeyazdı

Çocuklar oynardı

Mevsimlerden ayazdı

Çok evvel zaman içinde güzel, verimli bir bahçe vardı. Bir gün bembeyaz elbisesiyle kar birdenbire kaplayıverdi her bir tarafı. Ne yana baksa bembeyaz kardı. Kar geldi, her şeyin rengi değişiverdi. Gidenler gitse de biz bu topraklarda kalmaya kararlıydık ve öyle yaptık. Kar bizim üzerimize yağdıkça kardan adamlar oluyorduk. Yetmiyordu bahçelerde, tarlalarda kardan adamlar yapıyor, burnuna havuçlar takıyorduk. En şiddetli soğuklara, buz gibi sızlatan ayazlara, karlı akşamlara, sabahlara, gün ve gecelere, dahası karlı mevsimlere alıştık. Daha çok koşturmanın, yorulmanın, çaba harcamanın vakti gelmiş demekti.

Kar, bize bir aşk gibi yapışıp kalıyordu. Bu topraklara bağlılığımızın aşktan gayrı bir izahı da yoktu. Tutunduk birbirimize kar dondu, buza kesti, biz içimizi ısıttık kardeşlerimizle, konu komşularımızla tutunduk birbirimize, toprağa tutunur gibi. Kar kaldı toprakta biz dayandık. Dayandıkça yandık, aydınlandık. Karda kaydık, canımız yandıkça oturup ağladık. Çocuk denilen yaşta köyden bir saat uzaklıkta ki sürü çobanına (amcaoğullarına) götürdüğü azıkla, kara gömülüşünü, ağlayışını, parmak uçlarını hissetmeyişini ve yanmış ateşe uzattığında aklın almayacağı kadar acılar içinde kıvranışını unutmasa da hayat sürüyordu.

Güneş ve yıldızlar süslüyordu obamızı, dağlarımızı, köy ve kasabalarımızı. Karlı dağların gölgesi şekillerden şekillere girse de bize yeni düşler taşıyordu. Kuşkusuz doğanın güzelliğine razı olunca, işler daha da güzelleşiyordu. Dağlar arasından, vadilerden, terelerden, yaylalardan, tepelerden gidip gidip dönüşlerimiz var ya mutluluğun, umudun kendisi oluyordu. Gidip kayboluşlarımız, derin çukurlara gömülüşlerimizin unutulduğu öykülerimizi hep saklı tutardık. Kartopu oynadığımız ilkokul yıllarımızı iç cebimizde gizlerdik. Çaktırmadan âşık olduğumuz çocukluk yıllarımızda buz kesen ellerimize kartopundan başka ne yakışırdı ki?

Zamanın başlangıcından beridir insan doğayla birlikte yaşıyor. Bir bakıma doğanın bir parçası gibi yaşıyor. Üşüse de, donsa da, çığ altında kalsa da toprağa tutundukça mevsimler sarıp sarmalıyor insanı. Her dönüş bir bayram şölenine benziyor. Her ev bir şölene çevrilerek sürüp gider karlı gecelerde. Rüzgârın iniltili sesi bir çığlık gibi çocuk hafızalarımızı süslese de, korkutsa da, birbirimize daha çok sokularak uyumaya çalışsak da bu bizim gerçeğimizdi. Sobanın üzerinde pişirecek kestanemiz olmasa da pelitlerimiz olurdu.

Sürülerimiz vardı dağlarda, çamlıklarda. Çadırlarımız, çardaklarımız, çobanlarımız, köpeklerimiz vardı. Elbette yırtıcı kuşların, kurtların, tilkilerin varlığı beyaz, bembeyaz örtüsüyle karı gizemli hale döndürse de uyur uyanık bir vaziyetin de sahipleriydik. Her gelişin bir de gidişi vardı. Her çıkışın bir inişi olduğu gibi. Kar gelmişti ya her şeyin kendince tılsımı da kara bağlanmıştı. Kar kuşkusuz sessizce nasıl gelmişse bir gün farkına varamadan çekip gidecekti.

Doğayı yöneten kurallar kuşkusuz hayatımızı da yönetiyordu. Mevsime göre giyiniyor, mevsime uygun davranışlar, hazırlıklar yapılıyordu. Hiç durmaksızın insanla doğa, kendi şarkısını söylemeyi sürdürür. Emanet olarak aldıklarına müteşekkir olarak sürdürür şarkısını söylemeyi.

Soğuğa rağmen, karakışa, kara geceye rağmen aç karınlarımızı doyurma telaşıyla doğanın türküsünü söylemeye mecburuz. Sesimize ses olan doğanın türküsü de kuşkusuz bize ulaşır her daim. Gidenleri, dönecekler diye bekler evlerde kadınlarımız, çocuklarımız ya mevsimlerin gelişi de gidişi de buna benzer. Hayat öylesine güzel ki bizi üşüten, donduran, titreten soğuğa, karakışa rağmen ayaza, buza, kara rağmen dayanışmanın, direnmenin, mücadelesi içimize kökleşerek, derinleşerek sürer gider.

Böyle zamanlarda güneşin doğuşunda ki tılsımı görmelisin ey çocuk.

Böyle mevsimlerde ki güne vuruluşun ışınlanmalarını görmelisin mutlaka.

Bu ışınlar, bu görülmeye değer tılsımlar yüreklerimizi ısıtır bizim.

Oğlakların, meleyişleri duyulur kuzuluklarından. İnsan umutla yürüyor yeryüzünde. Umutla karşı koyuyor akıl almaz, karşı konulmaz sanılan zorluklara. Birbirlerine verdikleri seslerle, enerjilerle büyüyorlar durmadan. Yürekleri dağları andırıyor, evlerine dönüşlerinde ki heyecan asker dönüşünden farklı değildir buralarda. Kar bir kez yağınca kendi nefesini veriyor insana.

Şarkımızı hatırlıyor musun ey çocuk?

Birlikte söyleyelim seninle son şarkımızı.

Son dansımızı kar musikisi eşliğinde yapalım seninle.

Bir tipi, gelişini, vınıltılarla, iniltilerle haber verir. Öylesine geliyor ki tufana dönüşmüş gibi, her şeyi alabora etmişçesine geliyor. Dokunduğu her şeyi, her eşyayı, her sureti ezip geçiyor gibi. Yalıyor, tarıyor, emiyor ve eziyor. Gelip geçiyor kar fırtınası birdenbire bir sükûnet hali oluşuyor sessiz ve sakin.

Kar beyazdır gülüm.

Bir beyaz gül kadar azizdir karın gelişi. Kar, öyle sessiz ve derinden geliyor ki öylesine de çekip gideceği güne hazırlıklar yapıyor derinden, içli, sessiz.

Bir yağmur başlıyor ipincecik. Yağışını çaktırmadan. Güneş hep aynı yerden, doğudan doğuyor üzerimize. Kar beyazı aklımı alıyor. Bir tabağa koyduğum karın üzerine birazcık şeker tozu, birazcık vişne reçeli ve birazcık da gül suyu döküyorum. Fırına kesen teneke sobamızın kenarında bir akşam yemeği sonrasında karsambacımı yemenin mutluluğuyla kitabımda ki son sayfayı okuyorum.

Kar yağmayı sürdürüyor dışarıda, ipincecik tülden görüyorum bunu.

www.recepgarip.com