Bugün manzaraya tersten ve biraz da kişisel çerçeveye indirgeyerek bakalım.

Bugün manzaraya tersten ve biraz da kişisel çerçeveye indirgeyerek bakalım.

Yani “Vatan sana canım feda!” sloganında tek kalemde harcamayı göze aldığımız “can”ı merkeze oturtalım.

Çünkü bu slogan o “can”ın ne ifade ettiğini anlamamızı gerekli kılıyor.

Bir yanda hayatından vazgeçme fazilet ve fedakarlığı gibi çok yüksek bir çıtada seyreden adanmışlık, diğer yanda mesele insani ilişkiler ve menfaatler olduğunda bir adım bile geri atmayacak inat derekesinde boğulmaya yüz tutuyor.

Hadi kestirmeden herkesin anlayacağı bir örnekle işi ortaya koyup devam edelim.

Darbe gecesi vatan için ölmeyi göze alanların/ bunu iddia edenlerin, “Reisçilik” yarıştırmaları ve bunu yaparken kimi zaman kraldan çok kralcı bir tavırla pozisyon edinme veya kaptırmama endişesi içinde yalpalamaları nasıl izah edilebilir?

Edilemez!

Birileri “Vatan sana canım feda!” derken çok da samimi değil desek hata etmiş olmayız.

Bu manzaradan onu anlıyoruz.

Nasıl ki Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’nun referandum kampanyası sırasında “evet” namına bir tavır ve söyleme imza atmamaları bu hallerini “tevil etmeyi” imkânsız kılıyorsa, “milli mücadele”den bahsedenlerin geriye dönük küllenmiş sıkıntıları karıştırmaları ve oralardan gündeme ateş taşımaları bu kısır tartışmanın taraflarını zan altında bırakıyor.

Demek ki, vatan uğruna feda edilecek canların, henüz feda edilmeden önce belli bir olgunluğa, ahlaka ve sosyal kaliteye de ulaşmalarını beklemek durumundayız.

Veya zaten o noktaya ulaşamamış ikircikli/pimpirikli canların kolayca feda edilemeyecek olmasını da öngörmeliyiz.

Eşeği yürütmek için ağzına ot uzatmak gibi, dava adamlarının beyinlerine de dolar destelerini ve/veya ekran/ mikrofon cazibesini uzatıp nasıl reaksiyon verdiklerine bakabilsek keşke…

Mesele boynuna bağlayıp sırtından sallandırdığı bayrakla tanklara doğru yürüyen beli bükük amca ile kamyonete doldurduğu komşularla cepheye koşan ablanın “can”larının olgunluğuna kefilim.

Çünkü dönüp bir fatura kesmediler bu fedakarlıkları için…

Vatan/ millet ve din uğruna can vermenin şehadet mertebesi vaat ettiği dinimizin, çok daha kolay görünen disiplinlerini rahatlıkla es geçiyoruz.

Mesela, az konuşan az yanılır!

Mesela, haya imandandır!

Mesela, “Allah kibirli olanları elbette sevmez!”

Dolayısıyla muhakkak hesaba çekilecek olduğumuza göre, “şehadet” mertebesiyle bu hesaptan kolaylıkla kurtulmayı ummak elbette makul karşılanabilir ama kalp kırmayı, dünyaya meyletmeyi, kibri, haramları, ahlaki zaafları önemsememek ve ölmeyecekmiş gibi makam- mevki- itibar için inat etmek tedaviye muhtaç hastalıklardır.

Çıkıp “Fetö’nün ne mal olduğunu ilk ben haykırdım!” diye bas bas bağırmak…

“15 Temmuz’da sokağa ilk ben çıktım!” diye böbürlenmek…

İyiliği başa kakmaktır.

Bunun karşılığının ne olduğunu azıcık okumuş/ dinlemişler elbette bilirler.

Reis’in kocaman bir ordusu var.

Okyanuslar aşıyor…

Fakat Efendimiz’in savaş dönüşü “Asıl cihad şimdi başlıyor!” buyurduğu gibi, nefsimizle olan mücadeleyi kaybedersek, okyanusları aşıp derede boğulmuş oluruz.

Yeni bir kalkınma hamlesinin ilk maddesi, ahlaki yükseliş olmalıdır.

Benim ve hepimizin buna ihtiyacı var.

Ve böyle bir kalkınma hamlesine Kılıçdaroğlu bile kulp takamaz! Muhtemelen o ve avanesi de bizimle birlikte müstefid olur.