Dün Eduardo Galeano'nun doğum günüydü. Son zamanlarda sıklıkla karşımıza çıkan bir gelenek var.
Bazı ünlü insanların ölümünden sonra doğum günlerini kutluyoruz. Doğum günü kutlamanın kendisi bile başlı başına bir tuhaflıkken kendimizi iyice gülünç duruma sokuyoruz. Şikayetçi olduğum sanılmasın, eskiyi hatırlatacak vesileler kendimize tuttuğumuz aynalardır.
Galeano’nun Türkiye dahil birçok ülkede baş tacı edilen kitabı Latin Amerika’nın Kesik Damarları aradan kırk yıldan fazla zaman geçtikten sonra hiç beklemediği bir saldırıya uğramıştı. Herkesi hayrete düşüren eleştiriler ise yazarın bizzat kendisinden geliyordu. Yazar, bir defa daha okumaya tahammül edemem dediği kitabın az bir bilgiyle gençlik döneminde kaleme alındığını söylüyordu. Sebebi ise sol cereyanların tüm günahı kapitalizme yükleyen kolaycı yaklaşımlarıydı. Bu eleştiriler doğru olsa bile çözüme götüren yolda anlam ifade etmiyordu. Nihayetinde her fani gibi Galeano da öldü ve geride bıraktığı hatırayla baş başa kaldık.
Ölmüş bu yazarın doğum gününde Brezilya’da çok üzücü bir yangın meydana geldi. Sao Paola’da bulunan Brezilya Milli Müzesi alevlere teslim oldu. Latin Amerika’nın bu köklü tarih kurumu sadece Brezilya veya Latin Amerika için değil tüm insanlık için önemli koleksiyonları barındırıyormuş. Malum, Brezilya Latin Amerika’da İspanyol değil de Portekiz sömürgeciliğine maruz kalmıştı. Müzenin heybetli binası da Portekiz Kraliyet Ailesi’nin kullanımı için iki yüzyıl kadar önce Lübnan kökenli bir Portekizli tarafından kraliyete hediye edilmiş. Karşılığında hangi imtiyazların alındığını, hangi köle ticaretlerinin gerçekleştiğini ise bilmiyoruz. Sonrasında müze olarak tanzim edilen bina, 1818 yılında kurulan Milli Müze’ye ev sahipliği yapıyormuş.
Binanın kül olmasının temel nedenleri arasında bakımının gerektiği gibi yapılmaması var. Bundan sonra Latin Amerika’dan yağmalanacak her türlü tarihi eser için de sözde ahlaki bir zemin kazanılmış olduğunu parantezsiz ekleyip devam edelim. Ölenle ölünmüyor yananla yanılmıyor. Aynı gün Galeano’nun bir resmi gözüme ilişiyor. Sokaktan çekilmiş bir fotoğraf ve kafenin camında Cafe Brasilero yazıyor. Montevideo’da, Uruguay’ın başkentinde çekilmiş bu fotoğraf müdavimi olduğu bir mekanın hatırası. Brezilya Kafesi anlamına gelen tarihi mekan 1877’de kurulmuş. Sandalyeleri karakterli, ortam küçük ama şirin ve kısaca: Yaşıyor. Müzeler diyorum kendi kendime kültürü öldürüp mezara koyduğumuz yerler. Hayatın içinden koparıp çok bilmiş şekilde dondurduğumuz bir organizma. Sao Poala’da ölüme terk edilen müze can çekişirken Cafe Brasilero kendini üretmeye devam ediyor. Bir ömrünü severek masalarında harcamış Galeano’yı hafızasına katıp kendini yeniden üreterek.
Belki diyorum Galeano, Latin Amerika’nın başına gelenler için kapitalizmi suçlamaktan bu güzel Montevideo kafesinde vazgeçmiştir. Uzaktaki suçlulardan daha büyüğünü caddelere bakarken yahut aynaya baktığını görmüştür. Olamaz mı? Belki kestirme yollardan hızlıca giderken yapılan kazaları fark etmiştir. Olsun, biz Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nda teselli aramaya devam edeceğiz. Suçluyu bulduğumuzda mı? Tabii ki ona aşık olup bu defa kendimizi suçlamaya başlayacağız.