Çoğu kitap ve kaynağa göre "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar" sözü bir kişinin söylediği bir yalanın çok geçmeden ortaya çıkması anlamındadır.
Çoğu kitap ve kaynağa göre "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar" sözü bir kişinin söylediği bir yalanın çok geçmeden ortaya çıkması anlamındadır. Bir abimizden dinlemiştik, başka bir anlamıyla yalancı bir kimsenin namazı beklediği görüntüsü vermek için mumunu yatsı vaktine kadar söndürmemesini ifade ediyormuş. Bir makalede rastladığım üçüncü hikâyeye göreyse medresede bir kimse erimiş mumlardan kendi imal ettiği mumu satın alınmış gibi gösterip parayı zimmetine geçiriyormuş. Ancak orijinal mum geç saatlere kadar dayanırken onun imal ettiği mum en fazla yatsıya kadar dayanıyormuş. Neticede hikâyeye dair baskın anlam diğer anlamları örtmüştür.
Bir anlamın yerine başka bir anlam yüklenince bazen uzun müddet yanlış yönde ilerleniyor. Bir ara “Bourdieu”cu bir ilhamla söylenen kültürün politikası olmaz, devlet politika dayatmaz sözü böyleydi. Hâlbuki dâhil olmaya çalıştığımız Avrupa Birliği ülkelerinin gelişmiş kültür politikası belgeleri vardı. Çünkü devlet varsa politika olmalıdır. Güney Amerika ülkelerinde, Batı Hint Adaları’nda bile kültür politikası vardı. 2000’ler için kültür ekonomisi çağı tanımı yapılırken kültürün ekonomik anlamları bizde ancak 2020’lerde yerleşmeye başlayacaktı. Bu sahada çok vakit kaybettik. Ecnebiler taşra bölgelerinde yaşayanlara yepyeni kültür hizmetleri sağlıyorlardı. Yerel yönetimlere kültür alanında rehberlik etmeye çalışıyorlardı. İspanya’da devlet 1928’den beri birçok eski manastırı, kale ve kilise müştemilatını otel olarak işletiyor (Paradores), buralarda 4500 kişi istihdam ediyordu. İstihdamın dışında yıllık olarak bu sistemden 280 milyon avro gibi bir gelir elde edilmiştir. Bizim belki Sümela ve bazı Ani yapıları gibi yerlerde bunu düşünmemiz gerekti.
Bugün de yeni anlamlar yüklememiz, bu kez bizim yüklememiz gerekiyor. Kültür, el sanatlarından, halk oyunlarından, sergi salonlarından şimdiye kadar yapılan işlerden ibaret değildir. Kültür geleneksel olandan ibaret değildir, daha çok geleceğe, nasıl olmak istediğimize dair bir şeydir. Etkin bir adalet sistemi, gelişmiş eğitim, spor imkânları, şehircilik, sosyal hizmetler bunlar da kültürün fonksiyonlarıdır. Dünyadaki medeniyet krizine karşı çareyi kültürde arayabileceğimizi fark ediyoruz. Yaşadığımız dönemde zengin ülkeler II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturdukları standartları yitiriyor. Paris, San Francisco gibi büyük şehirlerde şiddet olaylarının artışı, insani değerlerin erozyonu, gettolaşma problemleri büyüyor. Bugünün koşulları büyük bir saygı şuurunu inşa etmeyi gerektiriyor. Belki tuhaf gelebilir ama ilerleyeceğimiz yön bu… Bunu başarabilmek için işin ehli olmayan yöneticiler, bürokratlar yerine namuslu ve yüksek seviyede bilgili bir yönetici sınıfa ihtiyaç var. Manaları ortaya çıkaracak sağlam bir kadro oluşturmak gerekiyor.
Yeterince tartışılmıyor ama bu kadro meselesinde başarısız olundu. Siyasetçi ve medeniyetçilerin tekrar tekrar okuması gereken Mehmet Şevket Eygi bir cami inşaatına milyonlarca lira harcanırken üstün bir kadro, bir gençlik yetiştirmeye önem verilmediğini söylerdi. Vurgulamak gerekir, bedevi Müslümanlığın karşısında şehirli Müslümanlığı savunuyordu. Bu şehirlilik diplomayla, doktorayla olan bir iş değildir. Eygi yazılarında ilkokuldan itibaren 12 yıl okuduğu Galatasaray Lisesi’ne çokça gönderme yapar, geleneği, terbiyesi ve güçlü kimliği olan okullar kuramayışımıza hayıflanırdı. Medeniyetçilerin çoğu soyut yazılar yazarken Eygi’nin tatbikata yönelik önerilerinin çokluğu dikkat çekicidir. Star gazetesinin Necip Fazıl ödülleri vermesi gibi Milli Gazete gibi bir kuruluşun da Eygi adına bunu düşünmesi lazımdır.