Ercüment Ovalı… Kan ve kök hücreden yapay deri üreten buluşuyla bilim dünyasını kasıp kavurdu.
Başarılı bir bilim adamımız. Değerimiz. Geçen hafta GQ ödül töreninde “Yılın Bilim Ödülü”nü aldı Ovalı. Ve orada bir konuşma gerçekleştirdi. Ayakta alkışlanacak türden bir konuşmaydı. Ama öyle olmadı, neredeyse alkışların sesi bile duyulmadı. Buna geçmeden, önce bir konuşmayı hatırlayalım:
“Çok duyguluydum ödül haberini aldığımda. Trabzon’da bir çocuk evinin önünde vurulmuştu. Onu korumak için bir astsubay üzerine kapanmış ve üzerinden 41 kurşun çıkmıştı. Ben o gün dayanamadım, ben bu ödülümü Eren Bülbül’e, bu şehit astsubayıma ithaf ediyorum. Aslında beni buraya getiren aldığım ödül değildi, tabii ki önemliydi, ama eğer bu yazım 200 bin defa paylaşılınca aldığım ödülden herkesin haberi oldu. Dolayısıyla ben Eren Bülbül’ün ailesine, şehit astsubayımın ailesine ve de şu an Afrin’deki tüm Türk çocuklarına selam ediyorum.”
İşte bu konuşma ve orada kendini “sınıf atlamış” zannedenlerin o yüz görüntüleri, o donuk bakışları ve şaşkınlıkları ertesi gün tüm manşetleri süslemeliydi. O yüz ifadelerini gerçekleştirenlerin bu ülkeden ve bu milletten ne kadar nefret ettikleri çarşaf çarşaf gazetelerimizde olmalıydı. Sadece birkaç gazete ilgi gösterdi. İbretlik görüntülerdi çünkü ve anlaşılması zor davranışlardı. Bu ülke ne yapmıştı da, bu milletin hangi hatası olmuştu da Ovalı’yı dinleyenler bu kadar nefret ediyordu yaşadığı yerden ve aynı toprakları paylaştığı insanlardan.
Hep aynı şeyleri yazıyoruz, çiziyoruz. Hülya Koçyiğit’in ve Ajda Pekkan’ın Erdoğan sevgisine küfür edenleri de geçen hafta yazmıştım. Bir daha yazacağım. Gözlerine sokana kadar da yazmaya devam edeceğim. Kendini bu milletten üstün görenlerin, kahraman şehitlerimize ve küçük bir çocuğa alkış yollamaktan aciz olanların o taşlaşmış kalpleriyle kendilerini yalnız bırakmayı çok düşündüm. Ama artık Afrin’de şehitlikle burun buruna gelen, bu ülkenin sınır güvenliğini korumak için canından vazgeçen, ailelerinden önce vatan diyen o kişilere bunu layık görenlerle aynı ülkede yaşamaktan utanç duyuyorum. Çünkü artık bu bir ifade özgürlüğü değil, bu özgürlük hiç değil. Erdoğan nefretlerinden, PKK’ya karşı hoşgörülülüklerinden kendini meydanda yakacak duruma gelenleri asla anlayamam, mümkünse bunu da anlatmasın kimse.
Gezi olayları sırasında en önde bağırarak yürüyenleri Ovalı’nın konuşması sırasında görünce düşündüm. Ülkemizin “bir numaralı” komedyenini ekranda şaşkın bir şekilde görünce de düşündüm. Tepkisizlerdi. Donuklardı. Sanki içlerinden bir parça kopuyordu. Ovalı, Gezi’nin o “masum” çocuklarına adasaydı ödülü acaba böyle tepkisiz mi kalacaklardı? Yoksa ayağa kalkıp alkışlayacaklar mıydı? Tüm salondan ıslıklar, alkışlar dakikalarca susmayacak mıydı? Susmayacaktı. Ama ödül masumlara gidince, terörle mücadele eden kahramanlara ithaf edilince alkışlamaktan bile aciz kaldılar. Çünkü kendilerini “sanatçı” sayanların aslında sanatçı olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Bir ülkedeki sanatın değeri gişe rekorlarıyla, televizyon reytingleriyle ve iktidara muhalif olmakla değerlendiriliyorsa o ülkede sanat yok demektir zaten. Evet bir bakıma bu bizim de eksikliğimiz. Ama şunu unutmamak lazım… Bu “sanatçı” kılıklı Gezi’nin müdavimlerinin bizi aptal yerine koyma dönemi bitti artık. Bundan sonra bu ülke bunlarla değil, ülkesini ve milletini seven sanatçılarla yürüyecek. Bu topraklardan nefret edenlerle değil… Yazacaksa eğer enter tuşuna basma rekoru kıran, “ülkenin en çok okunan köşe yazarı” bunları yazsın da görelim.
Ömer Halisdemir ve Sabri Gündüz
Ömer Halisdemir, 15 Temmuz’un kahramanı, sembolü. Hain darbe girişiminin yaşandığı gün görüntüleri ortaya çıkan Halisdemir’in o şehadete yürüyüşü asla unutulacak gibi değil. Belki de dakikalarca, saatlerce baktım o fotoğrafa. Bir insanın ölüme nasıl gittiğinin, vatanı için nasıl can verdiğinin görüntüleri o fotoğrafta saklı. Başı dik, kararlı, sağ yumruğunu sıkmış ve darbeyi durdurmaya gidiyor…
Sabri Gündüz ise 15 Temmuz’da sokağa çıkanlardan biri. FETÖ’cü teröristlerin kurşunlarıyla bacağından vurulan Gündüz 47. ameliyatını oldu ve kemikteki enfeksiyonun ilerlemesi sonucu bacağının dizden altı kesildi. Gündüz’ün o sözü ise zihnimize zıpkın gibi saplanıyor: “Bacaksız yaşanır ama vatansız yaşanmaz”
Biz böyle kahramanlarla Türkiye’yiz…
Böyle aslan olduğu sürece topu birden gelse de bu ülke dimdik ayakta kalır.
Bazı sanatçı bozuntularının ne tarafta durduğu ise hiç önemli değil, yok hükmündeler çünkü.
Hayata kırgınlık mı acaba?
Geçen salı günü sırtım, kolum ve kalbimin ağrıması sebebiyle doktora gittim. Dayanılmaz bir ağrıydı. Çok şükür ki tahliller iyi çıktı. Hele kan değerlerim maşallah turp gibi olduğumu gösteriyor. (Laf aramızda kalp krizi geçirirken verdiği direktiflerle Bahri Kayaoğlu’nun hayatını kurtaran genel yayın yönetmenimiz Okan Sarıkaya’ya da ayrıca tahlillerimi göstereceğim.)
Instagram’da paylaştığım hikâyeden sonra sağ olsun birçok eş dost aradı, durumumu sordu. Sevenimin çok olduğunu öğrenmiş oldum böylelikle ama hayatta en çok değer verdiğim kişilerden biri olan ve adı ben de saklı bir kişi “İnsan bazen hayata kırılır, kalbi ağrır” dedi. Ne güzel bir söz, bir de ne doğru…