Beyaz fil; tabiatı itibarıyla hem çok nadir bulunan ama renginin hafif pembemsi beyaz olmasının dışında bir işlevi, özelliği ve anlamı olmayan bir mahlûkat kendisi.
Kamu maliyesi “argosunda” verimsiz yatırım, değerli olduğu için terkedilemeyen ama bakımı ve işletmesi de oldukça masraflı, kullanım değeri olmayan, harcı masrafını kurtarmayan varlıklar için kullanılan bir tâbir; beyaz fil.
Beyaz fil; tabiatı itibarıyla hem çok nadir bulunan ama renginin hafif pembemsi beyaz olmasının dışında bir işlevi, özelliği ve anlamı olmayan bir mahlûkat kendisi. Diğer boz renkli fillerden hiçbir farkı yok, onun da iki kulağı, iki dişi, bir kuyruğu var ama o kadar. Bayrağında bile fil resmi bulunan filler ülkesi Tayland’da kralın kızdığı kişilere bu beyaz fillerden hediye ettiği ve adamın ocağına böylelikle incir diktiği söylenir halk arasında. Yani masraflı ve zahmetli bir iş ama neticesi sıfıra yakın. Eee ne bu? – Beyaz fil! O kadar.
Dünya üzerinde bilinen en büyük “beyaz fil” vak’ası Mısır’daki meşhur Assuan Barajı’dır. Dünyanın en büyük barajını yapacağız diye hava atmak için girişilen proje Mısır’la birlikte neredeyse tüm Orta Doğu’nun geleceğini derinden etkilemiş ve fayda-maliyet analizi yapıldığında bugün bile Cemal Abdünnasır’ın pek hayırla yâd edilmemesinin sebeplerinden birisi olmuştur. Hem yapım maliyeti hem de elde edilmesi beklenen faydanın elde edilememesi yanında daha büyük ekolojik ve sağlık sorunlarının doğmasına yol açtığı için “atsan atılmaz, satsan satılmaz” bir beyaz fil olarak Mısır Maliyesine eksi olarak yazılmaktadır.
Bu kadar büyük değilse de bizim de bir “beyaz fil”imiz var bildiğiniz gibi; Formula 1 pisti olarak yapılan İstanbul Park Tesisleri. Dünyanın en güzel ve modern pistlerinden olmasına, dünyaca ünlü ve bu işlerin uzmanı bir mimar (Herman Tilke) tarafından çizilip inşa edilmesine rağmen sadece yedi sene (çünkü Barnie ile yapılan kontrat 6+1 o yıllıktı) 2005-2011 arasında hizmet verebildi koskoca pist. Uzun yıllar yattığı kış uykusundan da Sn. Cumhurbaşkanımızın “himmet”leriyle bu seneliğine uyandı.
Formula 1 pistleri konsept olarak bakıldığında genelde gelişmiş otomotiv sektörleri olan ülkelerde araştırma-geliştirme çalışmalarının bir parçası olarak işlev gören ve o memlekette üretilen arabaların yol ve dayanıklılık testlerinin yapılageldiği mekanlar olarak tasarlanıp işlev görmekteydi. Daha sonra Bernie Ecclestone’un Formula 1’in ticari haklarını eline geçirmesiyle daha geniş kitlelere ulaşmak ve takip edilebilir bir turizm aktivitesine dönüştürülmesi kapsamında işin içine Singapur, Bahreyn, Abu Dabi, İstanbul gibi şenlikli yerler ilave edilerek iş amacının dışında farklı bir kulvara taşınmış oldu.
Hem pistin konumu hem de işlevi başta oluşturulan “gaz”la çok fazla tartışılmadı. Düşünsenize Türkiye’de Formula 1 yarışları koşulacaktı. Ne modern, ne kadar şık bir iş olarak değerlendirildi o zamanki elitler arasında. Nasıl olsa para onlardan çıkmayacaktı. Hakkinen’i Shumi’yi görecektik İstanbul’da ay ne kadar heyecan vericiydi mon-cher ve mon-cheri’ler açısından.
2002 yılında 25 milyon dolar bütçe ile yapımına başlanan pist ve tesisler 2005 yılında damalı bayrak sallandığında 292 milyon dolara mal olarak bir rekora imza atmıştı. (Hesap şaşar, şaşar da 12 kat mı şaşar be mübarekler?)
İlk birkaç sene bizler de dahil olmak üzere meraklıları tarafından güzel de ilgi gördü pistimiz. F 1 dışında muhtelif yarışlar da yapıldı, motosikletçilerden, dragçılara kadar pek çok meraklıya ev sahipliği yaptı ama o kadarda kaldı maalesef çünkü ülkede o pisti yılın 300 günü dolduracak bir otomotiv sektörü ve üretim çeşitliliği bulunmuyordu.
Şimdi TOGG ile beraber belki yeni bir hevesle ve TOGG’un doğuracağı eko-sistemle yeniden “merhaba” diyoruz sürat makinelerine ve o dünyaya. İnşallah bu sefer daha uzun soluklu olur F 1 maceramız.