Türkiye seçim sathı mailine girdi… Meydanlar şenlendi… Karşılıklı atışmalar havada uçuşuyor…

Bu arada Millet İttifakı (CHP + İYİ Parti + SP + DP) yeniden parlamenter sisteme dönüleceğini söylemektedir. Bu ne kadar gerçekçidir? Birinci soru bu. İkinci soru ise şudur: Parlamenter sistem geldiğinde kuvvetler ayrılığı gelecek deniyor, bu ne derece doğrudur? Bu yazıda biraz bu sorulara cevap vereceğim ve daha sonra demokrasinin ekonomi politiğini anlatmaya çalışacağım.

KUVVETLER AYRILIĞI DEMOKRASİ İÇİN NE DERECEDE ÖNEMLİDİR?

Demokrasi gelişmiş şehirli ve sanayileşmiş toplumların ideal rejimidir. Temel amaç milletin kendi kendini seçtiği temsilciler eliyle idare etmesidir. Demokraside ana yöntem güçlerin dağıtılması, milleti tek bir insanın veya tek bir çıkar grubunun değil ortak aklın müzakere ederek yönetmesidir. Elbette ki, eğer Daron Acemoğlu’nun tabiriyle “kapsayıcı kurumlar” olmazsa, demokrasi çok rahat tiranlığa veya despotizme dönebilecek kırılganlık da içermektedir. Bunu tarihten bir örnekle anlatalım: Gaius Julius Caesar ve Roma Cumhuriyeti…

Tarihin en eski demokrasilerinden birisi antik Roma Cumhuriyeti idi. Tabii ki, bugünkü modern demokrasilerden farklıydı. Roma Cumhuriyeti’nde yasama ve yürüme yetkisi Senato’da idi. Senato ise doğuştan senatör olma hakkı olan Patrici’lerden (Roma’nın kurucu soylu aileleri) ve sıradan halkı temsil eden ve seçimle gelen Tribünlerden oluşurdu. Yürütme yetkisine, yine Senato tarafından iki yıllığına seçilen, iki Konsül tarafından ortaklaşa sahip olunurdu. Patrici’ler için en büyük tehdit Latince “Rex” olarak ifade edilen Roma Krallarının yeniden gelmesi ve bütün gücün tek bir adamda toplanması idi. Çok istisnai olarak Cumhuriyet’in varlığı –özellikle dış tehditler sebebiyle- tehlikeye düşerse, o takdirde, süresi yine Senato tarafından verilen kısıtlı bir dönem için, yasama ve yürütme yetkisi bir Diktatör’de toplanırdı.

Burada Roma tarihini anlatmayalım. Ancak zaman içinde pleblere (yani soylu olmayan vatandaşlar) geniş seçim hakları veren halkçı Marius idaresinden sonra Roma Patricileri için siyasi güç artık iki temele dayanmaktaydı: Askeri güç ve geniş halk desteği. İşte Caesar bu ikisine de sahipti. 15 yıla yakın bir süre bu güce dayanarak Senato’yu sıfırladı, büyük inşaat projeleri ve bayındırlık hizmetleri gerçekleştirdi, kendi akraba ve subaylarını devletin önemli mevkilerine getirdi, o kadar ki, kendini Tanrı ilan etti. Sonunu biliyorsunuz. Akabinde çıkan iç savaş ve gelen İmparatorluk Rejimi…

İşte buradan ders alan Batılılar, özellikle Sanayi Devrimi akabinde birer birer anayasal demokrasilere geçtiler. Tabii ki, bu da belli bir gelişme süreci içinde oldu. Bugün de, dün de, bütün demokrasilerin kendilerine gördüğü ana tehdit, bir tek adam veya vesayet rejimidir. Demokrasiler bu yöne evrilmesin diye getirilen en önemli ilkelerden biri de Kuvvetler Ayrılığıdır.

PARLAMENTER REJİM Mİ, YOKSA BAŞKANLIK REJİMİ Mİ KUVVETLER AYRILIĞINI SAĞLAR?

İkisinde de kuvvetler ayrılığı da, tek adam rejimi de gerçekleşebilir. Hatta parlamenter rejim doğası gereği tek adam rejimi olmaya daha müsaittir. Çünkü parlamenter rejim temelde yasamanın daha teorik olarak diğer erklerden (yürütme ve yargı) daha üstün olduğu ve üç erkin de birbirini denetlediği bir sistemdir. Eğer bir baskın parti uzun yıllar boyunca parlamentoyu domine ederse ve hükümeti tek başına kurarsa, bu durumda belli bir partinin bürokrasi ve devlet teşkilatı üzerinde egemen olabilme durumu ortaya çıkabilir. Öte yandan, denetim mekanizmaları olmayan ve kısmen yasama yetkilerini de kendinde toplayan bir başkanlık rejimi de bir tek adam rejimine dönebilir. Diyeceksiniz ki, “Millet değiştirebilir…”. Eyvallah, doğrudur. Ancak bu, her seferinde yeni bir tek adamın 5 sene boyunca ülkeyi yönetebileceği anlamına da gelir. Pekiyi, bu durumda kuvvetler ayrılığı sağlanamaz mı? Elbette sağlanır… Her şeyden önce, Siyasi Partiler Kanunu’nun değişmesi gerekir. Siyasi partiler lider ve Merkez Yönetimi sultası altındadır. Partiler içinde muhalif ses yoktur. Genel Başkana itiraz edenler, terörist ve hain olarak yaftalanmaktadır. Muhtemel lider adaylarına yakın milletvekilleri tasfiye edilmektedir. Bütün partilerimizde durum üç aşağı beş yukarı aynıdır. İkinci olarak seçim kanunu değişmelidir. Baraj kalkmalı, milletvekili sayısı düşürülmeli, kürsüde söylenen sözler dışında dokunulmazlık kalkmalıdır. Üçüncü olarak, iktidar değişse de devletin temel politikasının değişmemesi gerekir. Bu politikalar özellikle uzun dönemli kalkınma planlarını, dış politikayı, eğitim sistemini ve teknoloji üretimini içerir. Bu yüzden özerk denetim ve düzenleme kurumlarının varlığı, adalet sisteminin bağımsızlığı, askeriyenin siyasi tarafsızlığı önemlidir. Bunlar Anayasa ile değil yasalarla düzenlenir. Midhat Paşa’dan beri bu ülkenin makus talihi “Anayasayı değiştirince her şeyin düzeleceği” şeklindeki hurafeye gözü kapalı bağlılıktır. Ne yazık ki, memlekette Anayasa değişmiştir, ama uyum yasaları yapılmamıştır. Seçimlerin bile nasıl olacağı alelacele karara bağlanmış, devletin teşkilatı nasıl yapılanacak hiç gündem olmamıştır. Böyle bir durumda hangi kuvvetler ayrılığından bahsedersiniz? Mesele anayasa değil, kanunlardır!

PARLAMENTER REJİME GEÇMEK GERÇEKÇİ MİDİR?

Benim kanaatim hüsn-ü kuruntudan ibarettir. Millet İttifakı’nın 400 milletvekilini bulması gerekir. Bu pek mümkün gözükmüyor. Bulsalar bile İYİ Parti ve HDP’nin ne kadar eşgüdüm ve uyum ile çalışacağını sormak bile abesle iştigaldir. Bütün hikâye Meral Hanım’ın Muharrem Bey’in arkasında kalacağını hissedip, kâğıtları yeniden karmak istemesidir. Türkiye Cumhurbaşkanlığı sistemi ile yönetilecektir ve bu sistemin içi daha doldurulmamıştır. Uyum yasaları, devletin işleyiş mekanizması ve Cumhurbaşkanı’nın meclis tarafından denetlenmesi seçimden sonra gelecek yeni Meclis tarafından yapılacak uyum yasaları ile belirlenecektir. Muhalefete tavsiyem “parlamenter rejim” gibi boş işlerle uğraşacaklarına, kuvvetler ayrılığı prensibini cumhurbaşkanlığı sistemi içinde hayata geçirecek uyum yasalarına odaklanmalarıdır. Bunu ötesi ucuz demagoji ve kasaba politikasından ibarettir.