Daha açık bir deyişle, bağımlılık ortaklığının ortaya çıkardığı ahlaki birlik tasavvurunun değişime ve dönüşüme açık olması gerektiğinin farkında olmak eylemlerin ve davranışların ortaya çıkarabileceği olumsuz durumlara karşı sorumluluk iradesinin kullanılması için bir ön koşuldur.
İrade özgürlüğü ve determinizm arasındaki tartışma kolayca çözülebilecek bir tartışma gibi görünmüyor. Ancak burada şu kadarını söyleyebilirim. Neden-sonuç ilişkileri ister iradi bir özgürlüğe isterse de katı belirlenimcilik ilkesine bağlansın üzerinde durulması gereken en önemli şey -ile ilişki halinde olmanın öngörülemez sonuçlar doğurabilir olmasıdır. Dolayısıyla insanın “-ile ilişki halinde olma” ile “-e/a bağımlı olma hali” arasında bir tercihte bulunması zorunlu gibi görünüyor. Bu, yaşamın olumsallığının ortaya çıkardığı başka türlü olma halinin yaratacağı paralize olma durumuna karşı hazırlıklı olabilmek için vazgeçilemez bir gerekliliktir.
Daha açık bir deyişle, bağımlılık ortaklığının ortaya çıkardığı ahlaki birlik tasavvurunun değişime ve dönüşüme açık olması gerektiğinin farkında olmak eylemlerin ve davranışların ortaya çıkarabileceği olumsuz durumlara karşı sorumluluk iradesinin kullanılması için bir ön koşuldur. Birlik tasavvurunun çokluktan ayrı düşünülemeyecek olması bunun bir göstergesidir. Beklenmedik ve öngörülemez olan bir durumun alışıldık ve olağan hale gelmesi tamamen bir zaman meselesidir ve buna hazırlıklı olmak gerekir.
Örneğin, “leoparların sürekli olarak tapınağa saldırıp kutsanmış şarapları içmesinin belirli bir zaman sonra öngörülebilir ve kestirilebilir bir nitelik kazanması, en sonunda, o leoparların da ayinin bir parçası haline gelmesine neden olur.” Bu bağlamda, eylem ve söylemlere içkin olan zamansallık katı ilkeleri dönüşüme uğratır. Eylemlerini katı ilkelere uygun olarak gerçekleştiren bir insan hem ilkenin hem de kendisinin değişime açık olduğunu kabul etmek zorundadır. Bu, sorumluluk iradesinin kullanılabilmesinin bir gereğidir. Bu iradenin kullanılmadığı durumda hayvana içkin olan uyarana karşı ilgisizlik ve uyaranla ilişkisizlik halinin ortaya çıkması kaçınılmazdır.
“Hayat bize zamanda bir gelişme, mekânda bir karmaşıklaşma olarak takdim eder kendini. Hayat asla geriye dönmez. Sürekli bir hal değişikliği, olayların geri döndürülemezliği hayatın temel dinamiğidir.” Bu temel dinamikler insan hayatının değerini geriye dönüşlerle kurgulama çabalarını dışlar. Hiçbir çaba göstermeksizin verili olanla yaşamak da bir tercihtir. Ancak bu tercih geçmişte yaşananların unutulması için bir gerekçe olamaz. İnsan geçmişini hatırlamayı istemeyebilir ama onu unutması imkânsızdır. O halde, tarihin olumsallığı insan yaşamının olumsallığına bağlıdır; çünkü tarih sürekli olarak olmakta olma halinde olan insandan bağımsız bir varlık kategorisi değildir. Bu nedenle, hayvanın tarihi bir tutulma haline, insanın tarihi ise bir açılma haline karşılık gelir. İnsandaki bu açılma haline karşıt söylemler ve eylemlerin ardında yatan temel itki ise mutlak özdeşlik düşüncesidir.
Tarihin ve insanın kaçınılmaz olumsallığını kavramların mutlak değişmezliğine bağlayan bu özdeşlik düşüncesi bütünlük idesinin de temel taşıyıcısı olarak adlandırılır. Bütünlük idesi, kendi içinde, diyalektik işleyişin bir sonucu olarak özdeş olmayanı da kendi içinde barındırır. Bu diyalektik işleyiş, özdeş olan ile özdeş olmayanı bir arada tutan bir kategori olarak alınmadığında, doğal olarak, bir dışta bırakılma sorunu ortaya çıkarır. Dışta bırakılma hali kendini din, ahlak, siyasi görüş, ekonomik eşitsizlik, cinsiyet vb. farklı kategoriler aracılığıyla görünür kılar. Bu tür dışta bırakılmalara maruz kalmamış çok az insan vardır etrafımızda.
Ne var ki bazı durumlarda, dışta bırakılanlar neden bu konumda olduklarını dahi bilemeden dile getirdiğim kategorilerin temel araçları olan özcü ve mutlakiyetçi kavramların kurbanı olurlar. Bu o kadar sistematik şekilde işleyen bir süreçtir ki, tıpkı ayinin parçası haline gelen leoparların durumunda olduğu gibi, bir zaman sonra bu durum olağanmış görünmeye başlar ve dışta bırakılma durumunda olan biri olarak kendinizi sorunun nedeni olarak görmeye başlarsınız.
Josef K. da böyle bir sistemin kurbanı olmuştu. Bir sabah uyandığında başucunda bekleyen adamı gördüğünde oldukça şaşırmıştı. Kendisini almaya gelen adama neden sorusunu yönelttiğinde “bunu söylemek bize düşmez. Odanıza dönüp bekleyin. Kovuşturma başladı, zamanı geldiğinde her şeyi öğreneceksiniz” demişti. Üstelik de bunu çok kibar bir şekilde davrandığını söyleyerek yapmış ve başkalarının kendisi kadar kibar olmayabileceğini de söylemişti. Yani, o, sadece dışta bırakılmış olmakla kalmamış bir de tehdit edilmişti. Evet; hiçbir zaman öğrenemedi Josef K. ve bir gün kendisini dışta bırakan sistem onu bu dünyadan aldı.
Josef K. bağımlılık ortaklığının temel özelliği olan bağımlılık ilişkisinin bir kurbanı oldu. Tek başlarına kaldıklarında hem kendileri için hem de başkaları için bir anlamları olmadığını düşünen insanlar, aynı zamanda bir bağımlılık ahlakının da parçası haline gelirler. Bağımlılık ahlakının üyeleri hem kendi iç çelişkilerini görmezden gelir hem de dışarıda farklı ahlak anlayışlarının varolabileceğini duymazdan ve bilmezden gelirler. Bu, sorumluluk iradesini kullanma iradesinden kaçma ve olası her türlü olumsuz durumun sorumluluğunu parçası olduklarını düşündükleri grubun tüm üyelerine paylaştırmak anlamına gelir.
Bu durum, yazının birinci bölümünden itibaren dile getirmeye çalıştığım olumsallık düşüncesinin terkedilmesi, toplumun kendisini sınırlamalara tabi kılması ve tek insana ilişkin güvensizliğin bir sonucunda ortaya çıkar. Daha açık bir deyişle, “yeniliklere şüpheyle yaklaşılması ve sürekli olarak ihtiyatın vazedilmesi tek insanda bir özgüven sorunu ortaya çıkarmıştır. İnsan eylemlerinin yıkıcı sonuçlara neden olabileceği düşüncesi toplumun dışında yer alma iradesini gösterenlere kötümser gözle bakılması sonucunu doğurur. Bireysel eylemin dönüştürücü potansiyeline ilişkin korkunun ortaya çıkardığı baskı kültürü kendi kaderini çizen özne fikrine sıcak bakmaz.”
Şimdi; bir karar vermemiz gerekiyor. Ya kendi öznelliğimize ilişkin irademizi kullanarak özgüveni olan insanlar olarak -ile ilişki halinde olmanın ortaya çıkarabileceği her türlü olumsallığı yaşamın dönüştürücü gücünün bir sonucu olarak kucaklayacağız ya da (-e/a) bağımlı olma halinin ortaya çıkardığı kapalılığa ve zorunluluğa kendimizi tabi kılıp öznelliğimizi yok edeceğiz. Seçim sizin!
Not: Bu yazı dizisi, bir bütün olarak, bireysel özerkliği kötürümleştiren, ahlakı bağlı ve bağımlı ilişkiler ağının zorunlu koşulu haline getiren ve bu bağlı ve bağımlı ilişkiler ağına bağlı ahlak anlayışının dışında olan tüm davranış ve tutumları ahlaksızlık olarak nitelendiren ahlakçı zihniyeti gözler önüne sermek için kaleme alınmıştır. Ayrıca bu yazı dizisi -e’ye ya da -a’ya bağlı ve bağımlı bir ahlakçı olmak yerine bağımsız bir ahlaksız olmayı göze alanlara ithaf edilmiştir.