Almanya'da sosyal-demokratlar büyük bir hezimete uğradılar.
Avusturya’da seçimi kaybettiler. Geçtiğimiz pazar günü de İtalya’da seçimin mağlubu sosyal-demokratlar oldu. Oysa Avrupa’da var olan sorunları göz önünde tutacak olsak sosyal-demokrasinin “umut” olması gerekirdi. Seçimlerde “kaybeden” değil “kazanan” olması gerekirdi. Tam tersine! Özellikle Avrupa Birliği üyesi ülkelerde sosyal-demokratlar seçmenlerin gözünde tam bir “hayal kırıklığı” konumundalar.
Örneğin Almanya’daki halleri resmen içler acısı! 2017 yılının Eylül ayında büyük bir hezimete uğradıklarından beri sürekli erimekteler. Oy oranları düşmekte. Seçmenlerini kaybetmekteler. Angela Merkel’in başbakanlığı altında yer aldıkları “büyük koalisyonlar” sosyal-demokratlara yaramadı. Ancak şimdi öyle bir durumdalar ki, “büyük koalisyonda” yer alsalar da kaybetmeye, muhalefet gitseler de kaybetmeye mahkumlar.
Geçtiğimiz pazar günü açıklanan sonuçlara göre Alman sosyal-demokrat partisi SPD’nin üyelerine yönelik olarak gerçekleştirdiği parti içi üye oylaması sonunda üyelerin yüzde 66’sı “büyük koalisyona evet” dediği için SPD şimdi CDU ve CSU ile birlikte bir kez daha “koalisyon hükümeti” kuracak. Almanya’nın nihayet yeni bir hükümete kavuşuyor olması olumlu bir gelişme olsa da bu SPD için ne derece “hayırlı olacak”? Bu sorunun cevabını olumlu olarak verenler sayıca çok az.
Çünkü mesele aslında Almanya’da sosyal-demokratların hükümette ya da muhalefette olmaları meselesi değil artık. Hiç bir karizması olmayan ve yıpranmış ve eski cazibesini yitirmiş bir Angela Merkel karşısına çıkarabilecekleri bir isimleri yok hala. Sadece kadro sorunu da değil aslında bu zayıflıklarının nedeni. SPD’nin politik çizgisi de net bir şekilde görülememekte. Seçmene umut vermeyen vasat politikacıların yine seçmene güven vermeyen söylevleri ve boş vaatleri SPD’nin sürekli kaybetmesine neden olmakta.
Oysa yüz elli yıldan daha fazla bir geçmişe sahip olan Alman sosyal-demokrat partisi SPD’nin Avrupa’nın geleceğine yönelik söyleyecekleri olmalıydı. Avrupa’nın yaşamakta olduğu sorunlara cevapları olmalıydı. Ne yazık ki yok! Daha da kötüsü bazı konularda ise “SPD’liler keşke hiç konuşmasaydılar” dedirten içerikleri savunmaktalar.
Avrupa kıtasının günümüz ekonomik sorunları karşısında inandırıcı çözüm vaat eden konseptleri yok. Avrupa Birliği’nin geleceği konusunda geçmişin vizyon sahibi sosyal-demokrat liderlerinin olmadığı bir ortamda vizyonsuz vasat politikacılar ile “geleceğe yönelik” güven veren konumda değiller.
Mülteciler sorununa en doğru yaklaşımda bulunması gereken sosyal-demokratlar bu konuda sorumluluk taşıdıkları her düzeyde “çaresizleri” oynamaktalar. En iyi durumda Hristiyan-demokratların peşine takılıyorlar. Ancak bazen daha da kötüsü kimi sosyal-demokrat aşırı sağcı sloganlarla oy avına çıkabilmekte. Böyle olunca da Hristiyan-demokratların “çözümlerini” ya da aşırı sağcıların sloganlarını üstlenen bir sosyal-demokratı seçmek için de neden kalmıyor.
Hele Türkiye söz konusu olduğunda geçmişte vizyon sahibi sosyal-demokrat liderlerin Türkiye’nin AB üyeliği için ellerinden geleni yaptığını artık hiç hatırlamak istemiyor günümüzüm vizyonsuz ve vasat sosyal-demokratları. Türkiye karşıtlığı, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “düşmanlığı” söz konusu olduğunda bazı sosyal-demokratlar öyle çıkışlar yapmaktalar ki aşırı sağcılar bile “kendilerini sağdan sollayan sosyal-demokratlara” şaşırıyorlar.
Geçenlerde Alman Federal Meclisi Bundestag’ta PKK terör örgütü ve PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD terör örgütünün paçavraları ile terör propagandası yaptıklarında buna tepki aslında terörü her zaman lanetlediklerini söyleyen sosyal-demokratlardan değil bir AfD milletvekilinde geldi ve AfD milletvekili PKK terör örgütünün ne “iğrenç” bir kanlı terör örgütü olduğunu hatırlattı eylem yapan milletvekillerine!
Avrupa Birliği üyesi ülkelerde terör örgütü PYD ve onun eli kanlı eski lideri Salih Müslim’e en fazla desteği kimlerin verdiğini isterseniz bir araştırın.
İşte durum böyle olunca sosyal-demokratlar Almanya’da, Avusturya’da ya da İtalya’da kaybetmeye mahkumlar.
Teröre karşı konuşmayı bile bir AfD milletvekilinin yaptığı platformlarda sessiz ve kayıtsız kalan bir sosyal-demokrasi elbette erir. Sosyal-demokrasi başarısını “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Türkiye karşıtlığıyla” ya da “Türkiye’nin teröre karşı topyekün verdiği mücadeleyi karalamakla” sağlayacaklarını sananlar aslında en başta sosyal-demokrat değerler ile çeliştiklerini fark ettiklerinde bir şeyler değişebilir.
Dileriz bu gerçekleşir. Çünkü Avrupa’nın vizyonu olan sosyal-demokratlara ihtiyacı var. Avrupa’da yaşamakta olan Müslümanlara sahip çıkan, saldırıya uğrayan camiler konusunda hassas olan ve Avrupa’nın geleceğinin Türkiye’siz olamayacağının bilincinde olan bir sosyal-demokrasiye en başta Avrupa’nın ihtiyacı var.