Microsoft kurucularından Paul Allen hayata gözlerini yumdu. Geride tüm dünyanın tanıdığı bir şirket bıraktı. Hepimiz o şirketin ürettiği yazılımlarla gündelik işlerimizin en azından bir kısmını yapıyoruz.
Micro ve soft kelimelerini bir araya getirerek hikayeyi başlatan isimdi Allen. Hayat hikayesi ve başarılarını merak edenler başka yerlerde bulabilir. Benim ilgimi çekense iki arkadaşın çıktıkları yolda erken sayılabilecek yaşlarda başarıyı yakalamış olmaları. Afrika atasözü “hızlı gitmek istiyorsan yalnız, uzağa girmek istiyorsan birlikte” diyor. Kadim kültürümüzde bu sözün yansıması “Evvel refik ba’de tarik” olarak vücut bulur. Önce arkadaş, sonra yol. “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” der başka bir atasözümüz. Arkadaş sadece kim olduğumuz değil, nereye, ne kadar sürede gidebileceğimizi belirleyen ölçü birimidir. “Üzüm üzüme baka baka kararır” sözü genelde kötü anlamda söylense de aslında tekamül yolculuğumuzun arkadaşlarımızla birlikte olduğunu vurgular. Arkadaşlar bizi olgunlaştırır, kıvamımızı bulmamızı sağlar.
Microsoft kurucuları, belki hayatlarının sonuna kadar elde etmeyi düşledikleri başarılara kısa sürede ulaştılar. Hayal ettikleri ellerindeydi ve bu aslında başka bir sorunu ortaya çıkardı. Ortaya koydukları eser artık onları aşmıştı veya onlara ihtiyaç duymuyordu. Ortada iki seçenek vardı, doğumuna şahitlik ettikleri yavruları olan şirketlerinin büyümesine kendi kanatlarıyla yol almasına izin vermek veya yönetebilecekleri şekliyle ellerinde tutmak. İlkini tercih ettiler ve kendilerini şirketlerinden şirketi de kendilerinden azat ettiler.
Sonra hayır işlerine daldılar ve gayeler edindiler. Bill Gates ve eşi Melinda Gates şu anda dünyanın en büyük hayırseverleri arasındalar. Kendilerine büyük bir amaç ve bitmeyecek bir enerji sağladılar. Paul Allen da aynı yolu takip etti ve başka bir yol belirledi. Bir NBA takımına sahip oldu ve çocukluk hayallerine o şekilde ulaşmayı tercih etti.
İki arkadaştan biri hayatta değil. İmkanım olsa Bill Gates’e neler hissettiğini bizzat sormak isterdim. Birlikte dünyanın en büyük hayallerinden birini kurduğu arkadaşını kaybetmenin acısını anlamaya çalışırdım. Belki de acı duymuyor, belki hayallerini gerçekleştiren arkadaşını dünyanın en şanslı kişilerinden biri olarak kabul ediyor. Bunu da bilmek güzel olurdu.
Kim olduğumuzu arkadaşlarımız belirler biraz da. Ne kadar uzaklara gidebileceğimizi hayal yoldaşlarımızla kararlaştırır, yoldaşlarımızla yolları kısaltırız. Ölen her arkadaşımız, kaybolan hayal hücrelerimizdir.
Dünya hayatımız sona erdiğinde mezar taşımızda çok az şey yazacak ve insanların aklında gerçekten çok az şey kalacak. İnsanların aklında kalacak şeyler de bir süre sonra buharlaşıp gidecek. Faniyiz ve öleceğimizi bile bile bu dünyada yaşamayı sürdürüyoruz. Söylemek istediğim şu: Arkadaşımızın mezarına sadece bir ceset değil kurduğumuz hayaller, yaşadığımız hayal kırıklıkları da giriyor. Girmeyen tek şey ise diri tutulan hayaller, yapılan iyilikler ve sonraki kuşaklara verilen ilham.
Bir arkadaşın ölümünde ben tam olarak bunları gördüm.