Gazeteler, sayfa sayfa ne yiyelim, ne içelim..

Instagram, Twitter fotoğraf ve videolarla ne yiyelim, hangi karışımı içelim..

Anlıyorum.

Sağlığımızı, yaşam standartlarımızı, uzun uzun yaşamamızı, daha iyi hale getirmek çalışıp, yazıp çizip duruyorlar.

Televizyon programları da öyle.

Bitkiler, hazır paket proteinler, chia tohumları, bulması zor başka başka tohumlar, buğday filizleri, kırmızı patatesler falan.

Ama ben biraz şiştim.

Sanki, biraz abarttık.

Norveç kökenli bir şirket, sütün yerini tutan bir ürün geliştirmiş.

Bu ürünün uzmanları diyor ki, inek sütünün yüzde 59 aktif hormon, bol miktarda yağ, kolesterol, diyoksin, bakteri ve virüs ihtiva ediyor.

İçmeyin, zararlı diyor yani.

Vay anasına, inek sütümüzü içmeyeceğiz.

Ben çocukken, sokağımızda, sütttttt, süttttt, sütçü geldi bağıran amca geliyor aklıma.. Elimizde tencere, koşa koşa aldığımız süt, kaynattığımız sütün kokusu tadı unutulmazdı... Ahhhhh biricik annemin mayaladığı yoğurdun tadı ömrümde unutmayacağım tattır.

Tencerelerimiz hiç de granit, hiç de teflon değildi..

Ama ne pişirsek, tadı şahaneydi.

Analarımızı, anneannelerimizin, ne kemik erimesi vardı, ne kalsiyum eksikliği.

Dimdik yürüyen, taş gibi kadınlardı.

Yıllarca, babamın kullandığı arabada, ne emniyet kemeri vardı, ne koltuk başlığı, ne hava yastığı. Arka koltukta rahatça oturur, zıp zıp zıplardık.

Cep telefonları yoktu.

Okula giderdik ve dönerdik.

Anne ve babalarımız bizim nerede olduğumuzu bilmezlerdi.

Akşam okuldan koşa koşa evimize gelirdik.

Paramız yoksa yok derlerdi, bir şey alamadıklarında, alamıyoruz derlerdi.

Hiç bunalım yaşamazdık, sevgisizlik hissetmezdik ve psikologlara koşturmazlardı.

Çok severlerdi bizi.

Kendi oyunumuzu kendimiz yaratırdık.

Hep sokakta oynardık.

Çizik içinde eve gelirdik.

Bu yazıyı niye yazdım?

Geçen gün alışveriş merkezinde, seyrettiğim çocuklar, anneler babalar ve aralarındaki konuşmalara şahitliğim.

Yarının şehirli çocukları için endişeliyim.

Devamlı isteyen çocuklar.

Çocuklarına hayır diyemeyen analar ve babalar.

Hep haklı olan çocuklar.

Haksızsın dediğinde bunalıma giren çocuklar.

Elektronik oyunlar, cep telefonları ve her sorunda psikologlara yardıma koşma şımarıklıkları.

Ve daha çok endişeliyim, ya yukarıda yazdığım tuhaf sütü içerek büyürlerse.

Tadı da felaket kötüymüş.

Benim anlayamadığım.

Var olmanın dayanılmaz hafifliğinde.

Analar mı şımarık, çocukları mı?

Funda'ya takılanlar...

Can Bonomo.

Anneciği ölmüş, Can annesine çok düşkün, hatta koluna anneciğinin kocaman dövmesini yaptırmış.

Ölen anneciğinin facebook hesabından, bir mesaj alıyor.

Oğlum ben annen, nasılsın?, burada iletişim serbest, özel sırrımız olsun, ben ölmeden birine borcum vardı, su adrese 10 dolar öde diye yazıyor.

Pes.

Ahlaken, vicdanen, sosyal medyadan ne hale geldik görmemiz için bir örnek daha.

Ölenleri ve kalanlarını rahat bırakın.

Saygısız, arsız ve hırsız insanlar.

Allah merhamet versin.

... Çıyan gözlü kadın.

Kalbi kötü, merhametsiz kadın..

Ne kadar anasın, ne kadar evlatsın bilinmez.

Durup durup Hülya Avşar'a sataşırsın ve cahillikten dem vurursun.

Valla Hülya'nın aklına kurban ol, dirhemi sende yok.

Parası da sende yok.

Zannedersin Robert Koleji bitirdin, Stanford'da okudun ve MIT'de master çektin.

Asabi kadın.

Sen bize, alkollü şuursuz kadın nasıl olur, hayatına giren her erkekten dayak nasıl yenir, her daim asabi nasıl olunur, senden 4 yaş büyük kadına, yaşlı menopozlu kadın diye nasıl mesaj atılır, nasıl kadının çirkef timsali olunur.

Bir anlat.

Ve sonsuza kadar çıyan gözlerin ve çirkef ağzın sussun.