"sanat, bilim, ilim, felsefe ve daha nicesi insanlığa faydalı olma merkeziyle hareket etmeli..."
”Sanat için sanat mı insanlık için sanat mı...” döngüsünü duymayan yoktur... Hatta çoğu zaman destursuz esprilerimize de malzeme olmuştur bu felsefi cümle... Velhasılı kelam bu cümleye dair kimi zaman espri kimi zaman ciddiyet dolu yorumlarımın dönüp dolaşıp geldiği sonuç hep şu olmuştur;
”sanat, bilim, ilim, felsefe ve daha nicesi insanlığa faydalı olma merkeziyle hareket etmeli...”
Geçtiğimiz hafta Gazeteci Kürşad Oğuz’un Amin Maalouf’u konuk ettiği programı izledim... Uzun zamandır ekran fesadı yaşayan zihnime can suyu gibi gelmişti Amin Maalouf’un
cümleleri, huzuru, dinginliği... İzlediklerim ruhumu, zihnimi, yüreğimi, yaşam felsefemi doyuran-dolduran-tamamlayan sayısız cümleyi keyifle içime sindirmeme vesile olmuştu...Ve o an orada olup “değerli üstad ilhamını şöyle bi başıma sür lütfen” demek istedim... Bu arada Amin Maalouf ile esprili bir ortak noktam var bunu da ilk kez buradan zikretmek istiyorum. Yurt içinde ve bilhassa yurt dışında bana şu soru çok sorulur; Lübnanlı mısınız? Her seferinde hayır dememe rağmen “ama Lübnanlıya çok benziyorsunuz hatta Salma Hayek’in ikizi gibisiniz” diye de ısrar edilse de bu tür sohbetler “Türkiyeliyim” dememle son bulur...
“Tarz, stil, kelimeler, güzel yazmak yetmez. Önce insan olmalı. Edebiyat, insan ve onurunun hizmetindedir. Buna inanmayan bir yazarı edebiyatın üst sıralarına koyamam...” derken hah işte bunlar benim cümlelerim dedim defalarca... Hele sevgiye, aşka, değere dair anlatımları bendeki zirvenin yansıması gibiydi; aşkın ve ilişkinin de bir haysiyeti olmalı. İki kişinin birlikte olması, istemesi ertesi gün unutulacak bir şey değildir... “İnsanların birbirini kullandıktan sonra fırlatıp attığı aşklara inanmıyorum” derken çağımızda aşkın ve sevginin geldiği iğrenç boyutlara vurgu yapıyor ve bu iğrençliğe karşı dimdik duranların da kulaklarını çınlatarak onure ediyordu...
Evet insan kalabilmek zor ve ayrı bir meziyetti zamanımızda bu sebepten sık sık rutinden kaçıp “bugün günlerden edebiyat” diyor ve yüreğimde tütsülediğim cümleleri sizlerle paylaşıyorum... Ki son süreçte bu kaçışlara duyduğum büyük istekle şunu çok iyi hissediyorum yakında ben de çoğu gibi günceli yazmaktan kaçıp edebiyatın koca yüreğine mülteci olacağım; “ben geldim ey cemaati kelâm, kabul buyur da şöyle bir köşene tutunup ustaların nağmelerinden feyz alayım” diyerek...
Rahmetler içinde uyusun Yaşar Kemal. Lise çağımda aşkı, sevgiyi, vefayı, insanı ilk onun kaleminden tanımıştım... Can-a dair her şeyi öyle güzel öyle naif anlatmıştı ki cümlelerden sızan buram buram “Can Kokusu” araladığım her sayfada yüzüme vuruyordu. Nergis, Hanımeli, Yasemin aromalı İmbat Rüzgarları gibi...
Sonra Mehmet Uzun yetişti “Kader Kuyusu” ile...Sevgilinin bir bakışını bile ömürlük hasretlere yükleyip doyumsuz kılmıştı... Acılar,ölümler,sürgünler içinde bile sevmeyi ve sevilmeyi öyle dolu anlatmıştı ki hem de en afili naiflikte... Kişiliği, kararlı duruşu, duygu dolu yüreği, kalemi ile her daim gurur duyduğum ve yol haritama yön verecek özetler çıkardığım ve aile büyüğüm olarak gurur duyduğum Mehmet Uzun’un zamansız gidişi hepimizi derinden üzse de onun “el verdiği gönüller” olma yolunda olmak teselli veriyor hepimize...
Şimdi düşünüyorum da rutinden sıkılıp “bugün günlerden aşk” diyerek gerçekleştirdiğim kaçışlarımda aşkı yüreğinde tütsüleyen kadınlar, Can Kokulu insanlar, gözlerden yüreğe sızanlar derken nice nağme dökülmüş yüreğimden... Ve son olarak 14 Şubat saçmalığına isyan ederken şöyle demiştim aşka, sevmeye, sevilmeye dair;
“Bakışlarında Beni Dinlendiren Bir Tılsım Var Ey Can... Kıyısındaymışım Gibi En Sakin, En Mis Kokulu, En Derin Denizlerin... En Uçsuz Bucaksız Ovaların, Kekik Kokulu Dağların, Adını Özgürce Haykıracağım Zirvelerin... En Cennete Yakın Duaların... Ve Kıyısındayım; Yüzüme, Ruhuma, Yüreğime, Avuç İçlerime Dokunan En Can Kokulu Rüzgarların...”