Bağdat'ta yaşamış sufi bir derviş, Allah dostu bir veli olan Behlül Dânâ, soru soran Sultan da olsa Halife de olsa sözünü esirgememiş, Hak olandan ayrılmamıştır.

Halife Harun Reşit; iftar saatine yakın Behlül Dânâ’ya bir görev vermiş ve “Camide namaz kılanları topla getir, birlikte iftar açalım ve sohbet edelim” demiş. Gelecek cami cemaati için sarayda hazırlıklar yapılmış ve sofralar kurulmuş. Bir süre sonra Behlül Dânâ, beş kişiyle birlikte gelmiş. Halife; biraz da hiddetlenerek sormuş: “Behlül, biz bütün namaz kılanları getir dedik sen bir avuç insanla gelmişsin.” Behlül Dânâ; her zamanki derin üslubu ve kıvrak zekâsıyla şu cevabı vermiş: “Cami çok kalabalıktı, lakin siz namaz kılanları getir demiştiniz. Namaz sonrasında camiden çıkanlara, ‘İmam hangi sureyi okudu?’ diye sordum ve bilenleri getirdim sofranıza.”

Bağdat’ta yaşamış sufi bir derviş, Allah dostu bir veli olan Behlül Dânâ, soru soran Sultan da olsa Halife de olsa sözünü esirgememiş, Hak olandan ayrılmamıştır. Bunun içindir ki Harun Reşit, etrafındaki çeşitli ilim erbabından önce Behlül’e danışmayı tercih etmiştir. Sürekli olarak istişare ettiği ve akıl aldığı Behlül, bazı kaynaklarda Halife’nin kardeşi olarak da geçmektedir.

20 yaşında, Abbasilerin 5. halifesi olan Harun Reşit (763-809), hayatı boyunca bütün kararlar ve davranışlarında mana - madde dengesine önem vermiş, danışmadan yol almamıştır. Devletinin sınırlarını İran, Azerbaycan, Mısır, Akdeniz ve Kuzey Afrika’ya kadar genişleten Halife; iyi yetişmiş bir hükümdar olmakla yetinmemiş, hayatı boyunca kendini geliştirme gayretinde olmuştur.

Dünyanın en büyük araştırma kütüphanelerinden birini (Beyt’ül Hikme) kurmuş, Batı dillerinden çeşitli kitapların çevirisini yapmış, sarayında bilim ve sanat erbaplarıyla düzenli toplantılar yapmıştır. Bazen cizye vergisi olarak kitap toplayacak kadar düşünceye önem vermiş ve Bağdat’ı dönemin ilim merkezi haline getirmiştir.

BİLGİNİN ETKİSİ AZALDI MI?

Hangi konum ve düzeyde olursa olsun bireylerin özellikle karar verme konumundaki yönetici ve liderlerin sadece kendi bildikleriyle yetinmemeleri, önemli bir gerekliliktir. Ancak bilginin baş döndürücü bir hızla arttığı, bilgi ile malumatın karıştığı ve daha da önemlisi bilginin birey üzerindeki yapıcı etkisinin zayıfladığı günümüzde danışarak yol almak çok daha gerekli ve değerli bir hal almıştır. Hazindir ki bilgi çağı olarak adlandırılan günümüzde çevresine danışanlar gibi şartlar ne olursa olsun doğrudan şaşmayan yol göstericiler, rehberler ve danışmanlar da azalmıştır.

Bilgi; ya hikmet ile taçlanacak ve insan davranışında değişikliğe neden olacak ya da malumat ve iletiye dönüşerek değersizleşecek ve davranışlarımız üzerinde etkili olmayacaktır. İşte bugün yaşadığımız tam da budur. Trafik kurallarını, anne babaya saygıyı, vergi vermeyi, kişiler arası ilişkilerde hakkı, adaleti ve bunların değerini, uluslararası ilişkilerde hukukun belirleyici olması gerektiğini… Bütün bu bilgileri biliyoruz hatta bunlara inanıyor ve yeri geldiğinde savunuyoruz. Ancak bildiklerimizi ve inandıklarımızı davranışa dönüştürmekte giderek zorlanıyoruz.

Çünkü deneyimlenen, ölçülen, tanımlanan ve somut çıktıya dönüşebilen maddi bilgi, arkasındaki manadan ve hikmetten uzaklaşmaya başlamış, etrafımızı kuşatan iletilere dönüşmüştür. Manadan uzak bilgi de gerçek anlamda davranış değişikliğini sağlayamamaktadır. Zira öz ve gerçek geride kaldıkça suret ve gösteriş öne geçiyor.

MANADAN UZAKLAŞAN EYLEMLER

Elbette bireyler, kendi kararlarını vereceklerdir. Ancak, karşı karşıya olduğumuz dijital dünyanın yol açtığı bilgi kirliliği, kendi gerçeğimizi bulmamızı ve hayatımızın anlam arayışına devam etmemizi giderek zorlaştırıyor. Edindiğimiz bilgiler üzerinde yeterince düşünmüyor, bu bilgileri içselleştirmiyoruz. Dolayısıyla gerçeğimizle uyuşmayan, manadan uzak bilgi, davranış değişikliğine yol açmadığı gibi eylemlerimizi de manadan uzaklaştırıyor. Bu durum maalesef ibadetlere kadar yansıyor ve ibadetlerin, davranışları düzeltme etkisi zayıflıyor.

Bunun içindir ki bir şişe misali hayatımızı görünen madde ile doldurdukça görünmez manaya ve öze yer kalmıyor. Madde ile mananın dengesinden oluşan hayat yolculuğu, madde lehine ilerledikçe etik dışı davranış kazaları da çoğalıyor. Bireyler gibi toplumların da psikolojik sağlığı giderek bozuluyor. Birey, aile, kurum ve toplumlarda huzursuzluk dalga dalga yayılıyor. Bu yangınla başa çıkmada hangi konumda olursa olsun liderlere büyük görevler düştüğü açıktır.

Günümüz insanının, her şeyden önce hak ve adalete düşkün, sağlıklı bir vicdan gelişimi için malumattan öteye gidemeyen bilgi karmaşasını yönetebilmesi gerekir. Manadan uzak, temel ahlaki esaslardan ve bilimsellik süzgecinden geçmeyen, özümüzle uyuşmayan, sürüklenmemize neden olan, bizi yoran bilgi ve malumat kaosundan etkilenmemek, ciddi bir çabaya muhtaçtır. Ve yeni anlamlar üretmemizi sağlayacak nitelikli bilginin peşinde olmamız her zamankinden daha önemlidir.