Türkiye'nin bir ikizi varsa şayet kesinlikle o ülke Irak'tır derim…
Belki de bu sebepten ilgimi çekti ve Irak'ı okumak-anlamak-varsayımlar geliştirmek
üzerinde yoğunlaştım bunca yıldır.
Ve yıllar önce "Türkiye'yi Irak üzerinden okumak gerekiyor" dedim.
Irak Ortadoğu’nun kadim bir coğrafyası olmakla birlikte aksiyonu da hiç azalmayan bir
ülke.
Irak’a dair en çok neyi seviyorsun diye sorarsanız aklıma ilk gelen “dil” başlığı olur.
Öncelikle tüm Iraklılar resmi dil olan Arapçayı biliyor ve konuşuyor. Sonrasında da
Kürtçe, Farsça, Türkçe ve diğer Iraklı kültürlere ait diller ülkenin büyük bir kısmında
biliniyor.
Yani Iraklılar “sadece ben ve benim dilim-benim kültürüm” demiyor, ülkesinde yer
alan dillere/kültürlere kendini uzak tutmuyor.
Ayrıca gerektiğinde İngilizce de yaygın bir şekilde konuşuyor Iraklılar.
Bürokratlar,
öğrenciler, iş insanları, siyasetçiler ana dilleri gibi İngilizce konuşuyor.
Irak’a her gittiğimizde içimi acıtan ve beni kahreden soru şu; “burada herkes İngilizce
konuşurken neden Türkiye’de İngilizce ve diğer dünya dilleri bir lüks? Biz neden
Iraklılar gibi İngilizce konuşamıyoruz?”
Ve şunu ısrarla iddia ediyorum; Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları olarak bizlerin tek
eksiği maalesef İngilizce!
İngilizce olarak kendimizi dünyaya ifade edebilseydik şayet insanlıkla aramızda
yaratacağımız fark çok büyük olurdu ve pek çok başarıya imza atardık!
Dönelim dillerimiz üzerinden kurduğumuz köprülere bazen de duvarlara ve bentlere.
Irak; diller, dinler, kültürler konusunda takdir edilecek bir işleyişe sahip. Bu başarı
sadece anayasal çerçevede değil toplumsal çerçevede de benimsenmiş.
Misal bir Türkmen siyasetçi Arapça, Kürtçe, Türkçe, Farsça biliyor ve konuşuyor.
Ya da bir Kürt siyasetçi de aynı şekilde.
Dillere-dinlere-kültürlere gösterilen saygı ve yasal haklarla birlikte tüm dünyada
olduğu gibi Irak’ta yükselen milliyetçilik anlayışından nasibini aldı elbette. Merkezi
yönetim “evet seni ve haklarını tanıyorum-savunuyorum-saygı duyuyorum fakat sen
de benim şemsiyem altında benden bir parça olduğunu unutma” mesajını son süreçte
aldığı her kararda ve attığı her adımda tüm vatandaşlarına veriyor.
Hatta Erbil Yönetimi ile bir dönem ilişkilerin gerilmesine sebep olan bu durum son
aylarda biraz yumuşadı. Bağdat, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi‘nin dünyaya açılma,
üretim yapma, istihdam yaratma, kendi kaynaklarını geliştirme çabalarını
desteklerken “sen benim bir parçamsın unutma” demeyi de asla ihmal etmedi.
Türkiye’ye dair de yıllardır sıklıkla dile getirdiğim “vatandaşlık bilinciyle Türkiye çatısı
altında buluşmamız gerekiyor” cümlemi yeri gelmişken yeniden zikretmek istiyorum
çünkü tüm dünyanın eninde sonunda varacağı yer “dünya vatandaşlığı” olacak.
Şimdilerde yükselmeye başlayan milliyetçilik anlayışı bu gidişle ülkelerin bölünmesine
sebep olacak ve federal/özerk yönetimler belirecek. Daha sonra bu bölünmeler
Avrupa Birliği tarzında kollektif çatılar altında toplanacak.
Sonrası malum
karmakarışık, sınırların tarumar olduğu, kültürel dokuların kaybolduğu, göç
istilalarının yaşandığı, su ve gıda temini yaşayan kimliksiz bir dünya nüfusu!
Geçtiğimiz hafta köşemde şöyle bir cümleye yer vermiştim; ötelediğin, istemediğin,
benimsemediğin, reddettiğin, görmezden geldiğin kitle zamanla karşına geçer!
Tam da bu cümle dünyanın geleceğini anlatıyor aslında. Kontrolsüzce yükselen “ben
ve benden olanlar milliyetçiliği” ülkelerin bölünmesine sebep olacaktır.