Amerikan devleti, American Board isimli kuruluş aracılığıyla, zengin vatandaşlarının sağladığı finansmanı kullanarak Türkiye'ye yerleşmiştir.
Önce, özetle şöyle bir cevap vereyim. Amerika, kullanacağı yapıları ortaya çıkarıyor ve en iyisini kullanıyor. Bu kısa cevâbı açmak ve başlıktaki sorunun ayrıntılı cevâbı için Amerikan aklının bir ülkeyi nasıl kullandığına bakalım. Buna Amerikan Tarzı Sömürgecilik de diyebiliriz.
Amerika, mümkün mertebe cebinden para harcamadan sömürür. Bu mümkün değilse, karşılığını misliyle alacağı masraf yapar. Bu masrafı yapmasının sebebi, organik sömürgeciler yaratmaktır. Yâni sömüreceği ülkelerin yerel insanlarını devşirerek kendine hizmet edecek hâle getirir. Bunu da açtığı okullarla yapar. Daha doğrusu eskiden böyle yapıyordu.
Osmanlı’daki Amerikan Okulları
1810 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Boston şehrinde kurulan American Board of Commissioners for Foreign Missions (kısa adı American Board) adlı kuruluş, WASP (White Anglo Sakson Protestan) kültürünün hâkim olduğu ABD’nin küresel hâkimiyet amaçlarına hizmet amacı taşımaktadır. ABD, o zamanki eyâlet sayısı henüz on civârındayken böyle bir yapılanma içine girmiştir. Bu kuruluşun esas amacı Protestanlığı yaymaktır. American Board’a bağlı misyonerlerin Türkiye’ye gelişleri 1819 yılında olmuştur ve 1920 yılına kadar faaliyetleri artış göstermiştir. 1900’lerin başında Osmanlı topraklarındaki Amerikan okullarının sayısının yüzden fazla olduğu tahmin edilmektedir.
Amerikan devleti, American Board isimli kuruluş aracılığıyla, zengin vatandaşlarının sağladığı finansmanı kullanarak Türkiye’ye yerleşmiştir. Bu okullarda o zamanlar sâdece Osmanlı’daki gayrimüslim vatandaşların okumasına izin verilmiştir. Özellikle Balkanlar’daki ayaklanmalarda bu okullarda eğitim gören öğrencilerin etkisinin olduğu bilinmektedir. “Tebâ-yı sâdıkan” olarak anılan Ermenilerin Osmanlı’ya karşı ayaklanmasında da bu okullarda okuyan Ermenilerin etkisi olmuştur.
Şimdiki Amerikan Okulları
Şu anda Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki Amerikan okulu sayısı bir elin parmakları kadar bile değildir. Vaktiyle Anadolu’nun ücra kasabalarında bile açılmış olan Amerikan okullarının sayılarının bu kadar azalmasının sebebi, artık Amerikalıların kendi adlarına okul açmak için masraf yapmaya gerek kalmamasıdır. Bu, ispata gerek duymayacak kadar açık bir gerçektir. Devlet ya da özel sektör olarak kendi paramızla açtığımız okullarda, ilkokuldan üniversiteye kadar, tıpkı Amerikan okullarındaki gibi İngilizce eğitim yapılıyor olması ve İngilizce ders kitaplarının Oxford, Cambridge, Longman, Heinemann gibi yabancı yayıncılar tarafından yayınlanıyor olması, bu gerçeği ortaya koymaktadır.
Her ne kadar kâğıt üzerinde, Millî Eğitim Bakanlığı denetiminde olsa da, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Amerikan ve diğer yabancı okullar, doğal olarak kendi ülkelerine ve kendi kültürlerine hizmet etmektedir. Bunda suç teşkil eden bir taraf yoktur. Yabancı okullar, bu ülkelere sempati duyulmasını sağlamaktadırlar. Örneğin, rahmetli Mehmet Ali Birand bir röportajında, Fransızların sömürgelerde yaptıklarını bildiği hâlde, bir Galatasaray Lisesi mezunu olarak Fransız kültürüne sempatisinin devam ettiğini söylemiştir.
Bu okulların hakları Lozan Antlaşması ile garanti altına alınmış, ama sayıları sâbit kalacak şekilde sınırlandırılmıştır. Yabancı özel okullar, kendi resmî dilleri ile eğitim yapmaya devam ederken, bu liselerin masrafları da kendi hükûmetleri tarafından karşılanmaktadır. Ama eğitim dili Amerikan liseleri gibi İngilizce olan devlet ve özel Türk okullarının masrafları, Türkiye Cumhuriyeti hazînesinden ve halkın cebinden çıkmaktadır.
Bu vehâmet o kadar ileri safhalara varmıştır ki, sâdece sömürge ülkelerde görülen bir uygulama ile eğitim, Türkiye’de resmî dil olan Türkçe dışında yabancı dille yapılmaktadır. En muhafazakâr mahallelerde bile dükkân ve mağazaların isimleri İngilizce ve fakat biz bundan rahatsız olmuyoruz. Anamızdan emdiğimiz süt gibi kutsal olan anadilimizi küçük görüyoruz. Bu, FETÖ’nün devletin sinir uçlarını uyuşturmasından daha tehlikeli bir uyuşmadır.
FETÖ, Bu İşin Neresinde?
Kendine hizmet edecek kişiyi seçerken, masrafı bu kişiye yaptıran Amerika’nın şimdi sâhip çıkıp koruduğu FETÖ’yü sıfırdan desteklediğini ve yoktan var ettiğini düşünürsek bâzı ayrıntıları kaçırırız. Daha kötüsü yeni FETÖlerin çıkmasını engelleyemeyiz.
1960’ların sonu ve 1970’lerin başında, ilkokul mezunu bir vâizin etrâfında toplanan kişilerin başlattığı ve kendilerinin kullandığı isimle “hizmet” olarak büyüyen bu yapı, o zamanki benzerlerinden pek de farklı değildi. Millî ve mânevî değerlere dayanan, Batı’ya ve Hristiyanlığa cephe alan bir söylem kullanan bu yapı, aynı zamanda daha sonra “hizmet” edeceği güçlerin tâkibinde ve dolaylı himâyesindeydi. Zira henüz kendilerini Amerika’nın tam ve dolaysız desteğini alacak kadar ispatlamamışlardı.
12 Eylül askerî darbesinin ardından başlayan okullaşma süreçleri, SSCB’nin dağılmasıyla Orta Asya üzerinden uluslararası bir yapıya kavuştu. O kadar ki, devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin o dönemlerde diplomatik olarak gitmediği (daha doğrusu gitmeye tenezzül etmediği) yerlere gidiyorlardı. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden mezun olan gençler, Türk bayrağının onlara açtığı yolu “kullanarak” ve büyük fedakârlıklarla(!) “hizmet” ediyorlardı. Halktan para toplamak için ağızdan ağıza yayılan efsânelerde, eksi 30 derecede günlerce makarna yiyip İslâm’ı anlattıkları konuşuluyordu.
Ancak nedense yollarını açan ay-yıldızlı bayrağın dili olan Türkçe değil, İngilizce ile eğitim veriyorlardı. Bunu da Amerika’nın tepkisini almamak için(!) yaptıklarını söylüyorlardı. Buna dikkat edenlerin sayısı da yok denecek kadar azdı, çünkü Türkiye’de bile Türkçe eğitim veren okullar itibar görmüyordu. Ne yazık ki, hâlâ görmemektedir.
Amerika, bu yapının “kendi ülkesine hizmet” kılıfı altında her şekle girebileceğini ve her renge boyanabileceğini kanaat getirince, küresel gücünün kapılarını ardına kadar açtı. Başlarındaki zâta, koca bir çiftlik ve resmî koruma tahsis etti.
Eş zamanlı olaylarda Abdullah Öcalan’ın paketlenip Türkiye’ye teslim edilmesi, FETÖ elebaşının Amerika’ya gitmesini gölgeledi ve bu olay dikkat çekmedi. Zâten bu gidişin sebebi, sağlık sorunlarıydı! Başta birçok akademisyen adayının gitmek için başvurmadığı yol bırakmadığı Amerika, artık Türkiye merkezli olarak tüm dünyâda teşkilatlanmış ve o güne kadar örtülü ve dolaylı destek verdiği örgüte kucak açmıştı.
“Himmet” adı altında haraç toplayan, “tedbir” adı altında gizlenen ve her türlü münâfıklığa kılıf bulan bu yapı mensuplarını Quantico’daki uzmanlar bile yetiştiremezdi. Amerikan okullarında yetişemeyenler, FETÖ’nün kolejlerinde okuyanlar arasından itina ile devşiriliyordu.
Arkalarına geçen uluslararası gücün desteğiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin elçi göndermediği ülkelerde okullar açtılar, yatırımlar yaptılar. Astıkları Türk bayrağı ile takiye yaparken, pasaportlarındaki uzun süreli Amerikan vizeleri ile Türkiye Cumhuriyeti devletinden daha güçlü oldukları zannına kapıldılar.
Dünyâyı “düşman paranoyası” ile yöneten Amerika için böyle şizofren bir yapı ile her şey yapılabilirdi, yaptı da. Dünya târihinde bir ilk olarak, bir ülkenin ordusunun üniformasını giyenler, o ülkenin meclisini ve devlet başkanlığı binâsını bombaladılar. Kendi vatandaşlarına kurşun sıktılar; şehit ettiler, sakat bıraktılar. Ne mal oldukları ortaya çıktıktan sonra olanları herkes biliyor.
Oyun Bitmedi
Şeytanın oyunu bitmez, derler. Maalesef hâlâ bu topraklarda Amerika’nın atacağı kemik için salya akıtan ve Amerika’nın bekçi köpeği olmaya hazır nice insanlar ve yapılar vardır. Zamânında Amerika mandasına taraftar olanlar, şimdi Amerikan uydusu olması istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına darbe vurmak ve kendi ayakları üzerinde kalmak için yaptığı hamleleri boşa çıkarmak için çalışıyorlar. Bunun için, 24 Haziran seçimlerinde gördüğümüz gibi, olmadık ortaklıklar ve hayal edilemeyecek işbirlikleri içine girebiliyorlar.
Biz bugün FETÖ ile mücâdele ederken eğer asıl sorunu göremezsek, bu yapı başka isimlerle başımıza bela olmaya devam edecektir.