Çağla Kubat... Onu bir çok şekilde tanımlayabiliyorsunuz; dünya çapında başarılı bir sporcu, Türkiye eski güzeli, İtalyan Lisesi birincisi, küçükken piyano çalmış, okul basketbol takımının kaptanı olmuş, ileri derecede İtalyanca, İngilizce ve Latince biliyor, İTÜ Makine Mühendisliği mezunu, oyuncu, sunucu, Türkiye'deki en iyi sörf okullarından birinin sahibi ve eğitmeni, harika bir eş ve güzel bir anne...
Çağla Kubat... Onu bir çok şekilde tanımlayabiliyorsunuz; dünya çapında başarılı bir sporcu, Türkiye eski güzeli, İtalyan Lisesi birincisi, küçükken piyano çalmış, okul basketbol takımının kaptanı olmuş, ileri derecede İtalyanca, İngilizce ve Latince biliyor, İTÜ Makine Mühendisliği mezunu, oyuncu, sunucu, Türkiye'deki en iyi sörf okullarından birinin sahibi ve eğitmeni, harika bir eş ve güzel bir anne... Yani onu kıskanmak için çok sebebimiz var! Ama üstüne o kadar iyi niyetli ve mütevazı ki; kendisini sevmekten başka çare bırakmıyor insana...
İtiraf ediyorum: Çağla ile bir günü geçirmek hiç kolay olmadı! İnsanlar Alaçatı'ya daha rahat ve sakin bir hayat yaşamaya giderken bu durum Çağla için pek söz konusu değil. Tatilcilerin bütün yılın yorgunluğunu güneşin altında uzanarak, sabahlara kadar eğlenerek attıkları güzide beldemiz; Çağla için annelik, okul ve antremanlar arasında koşuşturmaca ile geçiyor.
BEYZA: Valla nerden başlayalım bilemiyorum: isterseniz siz bi’ anlatın J
ÇAĞLA: Peki; ben rüzgar sörfü ile uğraşıyorum senelerdir. Televizyonda sunuculuk ve oyunculuk çalışmalarım oldu. Türkiye’nin beni tanıması ise 2002 senesinde derece aldığım Miss Turkey yarışması sonrasında gerçekleşti. Bir kız çocuk annesiyim. Alaçatı’da açtığımız Akademi’de sörf sporunu gençlere sevdirmek için çalışıyorum.
B: Mühendis bir baba ve akademisyen bir annenin tek çocuğusunuz. Minik Çağla’nın hayatı nasldı?
Ç: Ben hep mutlu bir çocuktum. Programlı ve kaliteli yaşamayı iyi bilirdik. Annem ve babam yoğun çalışmalarına rağmen hiç beni ihmal etmediler. Her gün kahvaltı ve akşam yemeklerinde beraber olurduk. Tatillere hep beraber çıkardık: bu anlar bizim için çok değerliydi. Spora olan ilgim de ailem sayesinde başladı. Çocuk aileyi rol model alıyor mutlaka. Ailenizle beraber paylaştığınız anlarda spor da varsa hayatınızın bir rutini oluyor.
B: Bu arada siz üç kuşak kadınlar olarak İTÜ mezunusunuz, bu bir aile geleneği olmuş gibi…
Ç: Evet; anneannem İTÜ’nün ilk kadın mezunlarından: Süleyman Demirel ile sınıf arkadaşıymış. Anneannem mühendislik-mimarlık, annem mimarlık ben de makine mühendisliği mezunuyuz. Annem hala İTÜ’de görevine devam ediyor. Öğrencilerini ve mesleğini çok seviyor.
B: Siz de örnek bir çocukmuşsunuz ama: piyano çalan, İngilizce ve İtalyanca’nın yanında Latince bilen, okul basket takımının kaptanı, lisenin birincisi, makine mühendisliği öğrencisi… Peki durup dururken nereden çıktı bu güzellik yarışması?
Ç: Güzellik benim çok da bağlantılı olduğum bir konu değildi. Aynaya çok az bakan, makyaj yapmayı pek sevmeyen, topuklu ayakkabılarla yürüyemeyen bir kızdım. Ama televizyona ilgi duyuyordum. Miss Turkey'e katılmak uygun olur diye düşündüm. Yarışma dönemi benim için çok zordu: çünkü utangaç bir insandım ve oraya çıkıp güzelliğimi sergilemem gerekiyordu. Şu an o cesareti kendimde bulup tekrar katılabilir miyim, emin değilim. Sonrasında ülkemi Kainat Güzellik Yarışması’nda temsil ettiğim için gururluyum, çok değerli bir deneyimdi ancak modellik benim için hiçbir zaman bir kariyer olmadı. Bir ara mesleğimi de yapmayı düşündüm: mühendislik fakültesi bitince üzerine tıp okuyup biyomekaniks mühendisliği üzerine yoğunlaşacaktım. Ancak yarışmadan derece alınca hayatımda farklı kapılar açıldı.
B: Sonra televizyon geldi…
Ç: Evet, birkaç program spikerliği ve üç tane dizide oyunculuk yapma şansı buldum; Sağır Oda ve Kuzey Rüzgarı’ndan sonra en çok tanındığım iş olan Arka Sokalar geldi. Burada iki sene boyunca Elif Komiser rolünü canlandırdım. Dizi çok sevildiği için o kadar çok tekrarı yayınlandı ki insanlar beni en çok oradan hatırlıyorlar. Bütün dizilerimde çok iyi oyuncularla çalışma şansı yakaladım.
B: Televizyona devam etmeyi düşünüyor musunuz?
Ç: Çok iyi projeler olursa evet. Özellikle anne-çocuk programı yapmayı çok istiyorum. Belki eylül ayında ekranlara bu tarz bir çalışma ile dönebilirim.
B: Sörf tutkusu nasıl başladı peki?
Ç: Küçüklüğümden beri bir çok spora ilgi duyuyordum. Takım oyunlarından çok doğa sporları daha ilgimi çekiyordu. 15-16 yaşlarımda rüzgar sörfü ile tanışınca, kopamadım. İşin içine daha çok girmek, öğrenmek ve kendimi zorlamak istedim. Çeşme’de sörf merkezlerinin olduğunu öğrenmem ile ilgim daha da arttı. İlk zamanlar çok doğru tekniklerle öğrendiğimi söyleyemem. Şu an bu iş daha profesyonelce yapılıyor. Spora yeni başlayan kişiler, doğru teknik ile 3-4 sene içinde yarışacak seviyeye gelebilirler.
B: Bir yarışmada erkeklerle yarışıp, bir de üstüne 3. olduğunuzu hatırlıyorum…
Ç: Doğru: Formula kategorisi vardı: yeterli sayıda kadın sporcu bulunamadığı için erkeklerle yarışmış ve derece almıştım. Son yıllarda Türk kadınlarının sörfte geldikleri nokta harika: slalom kategorisinde dünyada ilk 5’te 3 tane kadın sporcumuz var. Çok hızlı bir şekilde kendimizi geliştiriyor ve dünya çapında başarılara imza atıyoruz ki bu çok önemli.
B: Ben sizi herşey olan Barbielere benzetiyorum: Mühendis Barbie, Sörfçü Barbie, Aktrist Barbie, Anne Barbie… Bir de üstüne sarışın, güler yüzlü ve uzun boylusunuz… Hem Ken’inizi de buldunuz.
Ç: (Gülüyor) Evet, Jimmy ile gerçekten çok uyumlu bir ilişkimiz var.
B: Kendisi de sörf sporu için önemli bir sporcu. Olimpiyatlarda Amerika Virjin Adalarını temsil etmiş; senelerdir PWA’in başında. Tanışmanız ve ilişkiye başlamanız nasıl oldu?
Ç: 8 sene önce Kore’de yarışlar sırasında tanıştık. O sene yelkenlerin tasarımını da Jimmy yapıyordu. Hava o kadar kötüydü ki, yarışlar iptal oldu. Çok üzülmüştüm ama bu sayede bütün sporcular dokuz günü beraber geçirme şansını yakaladık. Jimmy ile de birbirimizi tanıma şansımız oldu.
B: Yani her işte bir hayır var…
Ç: Kesinlikle! Ben buna çok inanıyorum: olumsuz olduğunu düşündüğünüz şeylere takılmayın. Zamanla bir de bakmışsınız ki o an için başınıza gelen en iyi şeyler aslında onlar olmuş.
B: Bizim bildiğimiz kadınlar doğurur, zaten ilk kırk gün evden çıkmaz, bu arada sosyalleşmediği için lohusa bunalımına girer, bir süre işine ara verir, mümkün olduğunca az hareket etmesi gerekir bu da doğum kilolarını vermesini zorlaştırır… Siz tam tersi bir lohusa dönemi yaşamışsınız…
Ç: Bu konuda normal doğum yapmam büyük bir şanstı. Hamileyken 8 kilo aldım: 5i zaten doğumla beraber gitti: kalanını da 3 ay içinde verdim. Doğumdan 15 gün sonra suya çıktım, 3 hafta sonra da bir yarışa katıldım. Bütün bunları kendimi zorlamadan yaptım. Bebeğimin sağlığı için de normal hayatıma ne kadar hızlı dönersem o kadar iyi olur diye düşündüm.
B: Kızınız Selin hayatınızı nasıl değiştirdi? Bu programlı yaşamın içine nasıl girdi?
Ç: Selin bana, en başta ‘ne yaparsan yap, programlar değişebilir’i öğretti. Daha esnek ve rahat olmayı öğrendim. Bir de insanın aslında ne kadar temiz ve saf olduğunu… Küçük şeyler size olağanüstü mutluluklar verebilir. Yolda bir keçi görmek bizim için harika bir şey mesela: Selin kahkahalar atıyor! Aynı zamanda bir kişiye bu kadar bağlanmak da çok korkutucu: ona bir şey olacak diye endişeleniyorsunuz, bütün anlamınız o oluyor. Hakikaten tarifi imkansız: annemin dediği gibi: anne olunca anladım.
Benim mutluluğum aynı zamanda Selin’in mutluluğu. O yüzden onu hayatımıza entegre edip ilerlemenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Ama tabi ki onun etrafında şekillendiriyoruz her şeyi. Anne babasını sürekli sörf yaparken gören bir çocuk, suyu çok seviyor. Üç aylıktan itibaren yüzme dersleri alıyor. İki yaşında da sörf tahtasına çıktı. Babası onun için özel bir yelken yapacak, üç yaşında falan bu spora başlasın istiyoruz, zaten şimdiden çok ilgili.
B: Bu arada okulunuzla da hem gençleri hem de yenilikleri destekliyorsunuz. Biraz bunlardan bahsedelim…
Ç: Gençlere bu sporu sevdirmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Biraz klişe olacak ama ülkemizin 3 yanı denizler ile çevriliyken su sporlarında çok daha başarılı olmamız gerektiğine inanıyorum. Son dönemde hem anne babalar çocuklarını çok güzel yönlendiriyorlar hem de çocuklar farklı programlar sayesinde konuyla daha fazla ilgileniyorlar. Biz farklı kamplar da düzenleyerek onların sosyalleşmesini ve hayatlarına dokunmayı da istiyoruz. Spor hem disiplin hem de pozitiflik sağlıyor insana. 2011’de Çağla Kubat Akademi’yi kurduk. Önce, daha çok nasıl bu işi anlatırız kafasındaydık: lise ve üniversitelerde seminerlere katılarak sörfü anlattık. Şu an belirli dönemlerde kamplar düzenliyoruz, Ankara, Bursa, Samsun gibi farklı şehirlerden öğrencilerimiz Selman Bucaklı yönetimindeki Academy Club ile okulumuza geliyorlar. Geçen sene düzenlediğimiz ve beklediğimizden çok daha fazla bir katılım ile karşılaştığımız Genç Fırtınalar yarışlarımız da sürüyor.
Aynı zamanda SUP adı verilen board ile kürek sörfü ve sörf-yoga üzerine çalışmalarımız var. Yurtdışında neredeyse her spor salonunda ve havuzlarda bu alternatifler kullanılıyor, Türkiye’de henüz çok yaygın değil ancak hem eğlenceli hem de farklı bir dal olarak gelişmesini bekliyor ve destekliyoruz.
B: Geçen sene ülkemize dünya üçüncülüğünü getirdiniz. Bu sene neler hedefliyorsunuz?
Ç: Bu seneki yarışların ilk etabı Kore’de yapıldı: ilk kez iyi bir başlangıç derecesi alarak dördüncü oldum. Umarım Türkiye ve Danimarka’daki yarışlarda daha iyilerini yapıp geçen senenin de üzerine çıkacağım.
B: Sörf dışında yaptığınız bir spor var mı bu aralar?
Ç: Düzenli pilates yapıyorum. Kaslarımı tanımamı ve koordinasyonumu sağlıyor. Selin’e de öğretmek için sabahları onu da mindere alıyorum, anne kız eğlenerek vakit geçiriyoruz. Bir de Jimmy ile bisiklete binmeyi seviyoruz.
B: Sörf, çok da yaygın olmaması sebebi ile pahalı bir spor olarak biliniyor.
Ç: Maalesef… Daha çok belli bir kesim uğraştığı için bu imaja sahip sanırım. Biz de bu sporun daha çok yaygınlaşmasını sağlamak için çeşitli sponsorluklarla bilinirliliği arttırmaya çalışıyoruz: sponsorlarımızı seçerken de içeriklerinin doğal olmasına ve bizimle aynı hayat görüşüne sahip olmalarına özen gösteriyoruz. İki senedir %100 taze sıkma meyvesuyu Zumosol ile beraberiz. Çok keyifli bir birlikteliğimiz var; hem uyumlu çalışıyor hem de spora ve iyi yaşama katkı sağlıyoruz. Sports International ile Akademi’de bir fitness center kurduk. Oakley, Ion ve Nike ile malzeme sponsorluklarımız var.
B: Birçok sosyal sorumluluk projesinde de görüyoruz adınızı
Ç: Bu projelerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Koruncuk Vakfı’nın Urla’da kuracağı merkezdeki çocukları spora teşvik ediyor, Çesal ile Alaçatı’daki sokak hayvanları için çalışıyoruz. Geçen sene Haytap ile yunusların özgürlüğü için bir proje yürütmüştük. Yine bu sene Global Welness Day’e de gönülden destek olduk.
B: Lösev hakkındaki görüşleriniz neler?
Ç: Yaptıklarını çok önemli buluyorum. Küçük yaştaki çocukların yaşadığı bu durumda onlara hem rahatsızlıkları ile ilgili hem de sosyal hayatlarında destek olacak bir kurumun olması oldukça değerli.
B: Hayattan istediğinizi aldınız mı?
Ç: Evet. Her şey istediğim gibi gitti; umarım bozulmaz. Çok şanslı olduğumu düşünüyorum ve şükrediyorum. Olabilecek en iyi ailelerden birinde doğdum, tam istediğim gibi bir hayat yaşıyorum, eşim ve kızım sağlıklı. Mutlu olmamam için bir sebep yok.
B: Bu biraz iyi niyetten biraz da programa uygun gitmekten de olabilir mi?
Ç:Bilmiyorum. Biraz da kalbimin sesini dinlediğim için sanırım. Mesela sörf yapmasam Jimmy ile tanışamazdım. Hayattaki tesadüfleri sizin seçimleriniz yaratıyor.
B: Tesadüf mü bilmem ama hemen hemen her işte de bir derece almanız söz konusu…
Ç: Konsantre olduğum konuda en iyiyi yapmayı hedefliyorum. Zaten bir işi sever ve kendinizi ona verirseniz başarı geliyor. Lise eğitimimin de ailem kadar bu konuda etkisi var. Üniversite sınavlarına hazırlanırken çok zorlandım mesela; çünkü benim alışık olduğum bir sistem değildi.
B: Yine de ilk 500’e girmişsiniz
Ç:Evet (Gülüyor)
B: Çabalayıp da yapamadığınız bir şey oldu mu?
Ç: Tabi! Yemek yapamıyorum mesela. Denedim ancak maalesef çok da başarılı olamadım
B: Benimsediğiniz bir motto var mı?
Ç: Sadece mutlu olmak… Biz, kaliteli ve güzel zaman geçirmek istiyoruz. Bunun için eğlencelerimizin de sağlıklı olmasını istiyoruz. Hayat kısa ve en güzel şekilde değerlendirilmeyi hak ediyor.
ÇAĞLA KUBAT’IN 1 GÜNÜ (Not: Bunu sayfanın sağ alt kısmında bir kutucuk içinde, ilgili resimlerle süsleyerek verelim.)
-
07.00 Çağla için gün başlıyor!
-
07.30-08.30 Yoğun bir gün için doğal ürünlerle süslediği bir kahvaltı yapıyor, bu sırada günlük gazeteleri okuyor ve o günkü ajandasını gözden geçiriyor.
-
08.30-09.30 Hava çok sıcak değilse bisiklet turu yapıyor.
-
10.00 -10.30 Selin kalkınca, anne-kız beraber pilates yapıyorlar.
-
11.00 gibi Akademi’ye geliyor.
-
11.30-14.00 Öğrencilerle ilgileniyor.
-
14.00-17.00 Antremana çıkıyor. Rüzgar müsait değilse kara antremanı yapıyor.
-
18.00’den sonrayı Alaçatı’daki dostlarına ve ailesine ayırıyor.