Galler, İngiltere, İskoçya ve Kuzey İrlanda olarak dört devletten meydana gelen Birleşik Krallık, bir kraliyet ailesi ve iki meclisi ile siyasi hayatına devam ediyor gibi görünse de aslında Kraliçe'nin tacının temsil ettiği güç; parlamenter sistemlerdeki sembolik devlet başkanlığına karşılık geliyor.
927 yılında kurulan İngiltere Krallığı, geniş toprakları nedeniyle zamanında ‘üzerinde güneş batmayan imparatorluk’ unvanını almış.1707’de son bulup Birleşik Krallık (Büyük Britanya) adını alana kadar da kraliyet ailesinde olan mutlak yönetim, artık sembolik hale dönüşmüş. Günümüzde Galler, İngiltere, İskoçya ve Kuzey İrlanda olarak dört devletten meydana gelen Birleşik Krallık, bir kraliyet ailesi ve iki meclisi ile siyasi hayatına devam ediyor gibi görünse de aslında Kraliçe’nin tacının temsil ettiği güç; parlamenter sistemlerdeki sembolik devlet başkanlığına karşılık geliyor. Hiçbir karar yetkisi yok. Kraliyet ailesi; parlamentonun kendisine resmi görevlerinden dolayı tahsil ettiği bütçeyi harcıyor ve kişisel servetlerinden dolayı hazineye vergi ödüyor. Kraliçe ya da Kral, yürütmenin başı ama parlamentoya karşı bireysel ve ortak siyasal sorumluluk bu hükümdara ait değil. Gerçek siyasal yetkiyi elinde bulunduran başbakan ve kabinesi. Dünyadaki en karmaşık siyasi sistemlerinden birinin, bilinen bir yazılı anayasası da yok; devlet belli kurallar, gelenekler ve görenekler dahilinde yönetiliyor.
Ara sıra, özellikle İngiltere anakarasında alevlenen ‘madem Kraliyet ailesi sadece temsili; neden onları besliyoruz’ tartışmaları beraberinde bir ikilemi de getiriyor. Söylendiğine göre, Alman Cumhurbaşkanlığı, İngiliz Krallığı'ndan daha masraflı. Özellikle gelenek ve göreneklere bağlılığı ve ülkesine sevgisi ile bilinen, 1952’de tahta çıkan 2. Elizabeth'in bir gemisi bile yok mesela. Rolls Roycelarının çoğu "tüplü". Sarayı, yeraltına kurulan özel ve masrafsız bir sistemle ısınıyor. Yine de monarşi karşıtlarının ve cumhuriyetçilerin temel savı: Demokratik işleyişe zarar vermese de, demokratik bir ülkede babadan oğula (hiç oğlan çocuk yoksa büyük kıza) geçen bir makam söz konusu olmamalı. Ancak İngiltere'de kraliyet ailesi mensupları, taşıdıkları kan bağı nedeniyle, kiliseden orduya kadar birçok devlet kurumunda -söz sahibi olmasa da- makam sahibi. İngiltere, tarihinde devrimini yalnızca endüstri alanında yapıp, kraliyete dokunmamış.
Tüm bunlar planlanmış mıydı bilinmez, ancak bugün İngiltere popüler bir ülke olma başarısının önemli bir kısmını kesinlikle Kraliyet Ailesine borçlu. Üzerinde kraliyet sembolleri olan hatıralık eşyalar, kraliçeli / prens / prensesli bin bir çeşit aksesuarlar, dilden dile anlatılan hikayeler… Londra’nın dünyanın popüler turizm destinasyonlarından biri olması ve en çok ziyaret edilen mekanlardan birinin Buckingham Sarayı olması tesadüf değil. Bu ‘varolan’ pazarlama stratejisinin sırrı aslında insanların en büyük merakını tetikleyecek, olayları takip etmelerini sağlayacak hikayeler yaratmakta yatıyor. Yani bu iş; ‘STORYTELLING MARKETING’in dünyadaki en iyi örneklerinden! İleride üniversitelerde ders diye okutulacak cinsten.
Özellikle özgürlük bayraklarının açıldığı 70’lerin sonu – 80’lerin başında tüm kamuoyuna dikkatlerini dağıtacakları bir peri masalı sunuldu; Diana… Son günlerde hem Netflix’te yayınlanan The Crown dizisinin yeni sezonunda Prenses Diana’lı dönemin başlaması, hem de başrolünde Kristen Stewart’ın oynayacağı Spencer filminin tanıtımlarının yayınlanması ile yine gündemde mahzun prenses. Kimsenin beklemediği – şüpheli- bir şekilde biten hikayesi, Kraliyet Ailesi’nin popülaritesini azaltmıştı. Diana’nın biricik oğlu William’ın kendisine eş olarak seçtiği zarif Kate Middleton ile yeniden yaratılmaya çalışılan peri masalı da pek başarılı olmadı. Zira William da Kate de kraliyet geleneklerine gönülden bağlı. William’ın küçüğü Harry ise ailesinin beklentilerini yerle bir eden bir seçim yaparak; Anglosakson aileden gelmeyen, evlenmiş boşanmış, yarı siyahi, kraliyet adabına uymayan pozları olan bir Hollywood starından yana tercihini kullanarak asi bir harekette bulunmuş; Sussex düşesi unvanını alan Meghan Markle ile evlenmişti. Ancak Meghan’ın yer aldığı işlerde de çok popüler olmaması ve antipatik duruşu sebebi ile bu aşk da başarılı bir pazarlama öyküsü yaratmadı. Zaten egosuna yenilen Markle, eşini ve çocuğunu da alarak baba ocağına döndü. Harry de nasıl olsa taht sırasının ona gelmeyeceğini bildiğinden, hanımköylü olmayı seve seve kabul etti.
İngiltere kamuoyunda, kraliyete desteğin Prenses Diana'nın ölümü gibi tartışmalı konularda gerilediği biliniyor. Yine de son 40 yılın kamuoyu araştırmalarına göre, cumhuriyetçilerin temel savlarına, kamuoyunun sadece beşte biri katılıyor. Önümüzdeki yıllarda, kraliçenin vefatı ile alevlenecek olan monarşiyi lağvetme tartışmaları bakalım nasıl sonlanacak…
PRENSES DIANA’NIN HÜZÜNLÜ HİKAYESİ
Mutlu bir masal değil onunki… Hepimizin gözleri önünde yaşanan ancak ölümünden 20 yıl sonra konuşmaya cesaret edilebilen bir drama belki de. Çocukluğumuzda annelerimizin kıyafetlerini ve takılarını bol bol konuştuğu, biz 80’ler kızlarının, masallarda okuduğumuz prenseslerin gerçek hali olduğuna inandığımız, televizyonlarda özenerek izlediğimiz Diana, o kadar şatafatın içinde ne kadar mutsuz olduğunu mahzun ifadesi ile anlatmaya çalışıyordu aslında. Asil bir ailenin erkek beklenirken kız olarak dünyaya geldiği için istenmediğini hissederek büyüyen, havalı ablasının gölgesinde ezilen ve annesinin babasını başka bir adam için terketmesi ile sarsılan bir çocuk… Genç kızlığında çılgın bir üvey annenin varlığı ve ailesinin yanından ayrılma dönemi; 3 arkadaşı ile Londra’da mütevazi bir apartman dairesinde yaşarken anaokulu öğretmenliği ve günlük geçici işler yaparak geçimini sağlaması… O sıralarda ablasının eski sevgilisi olan İngiltere’nin – belki de o dönem dünyanın- en gözde bekarı Prens Charles ile flört dönemi, gazeteci ve muhabirlerin an be an ne yaptığını takip etmeye başlaması; olayların akışında kendini kaybetmesi ve bir anda gelen evlilik teklifi ile hayatının değişmesi… 1981’de bütün dünya televizyonlarından canlı yayınlanan düğünü, hala hafızalarda olsa da, evliliği hayal ettiği gibi gitmedi. Bir sene içinde kraliyete bir erkek varis vermesine rağmen, kocasının kendi de evli olan uzatmalı sevgilisi ile olan ilişkisini engelleyemedi. Üstelik narsist Prens, basının kendisinden çok karısına ilgi göstermesinin hıncını da Diana’ya psikolojik şiddet uygulayarak ve onu aşağılayarak çıkartıyordu. Üzüntüden bulimia hastası oldu, birçok kez intihara kalkıştı, kendine fiziksel zararlar verdi… Kol kırılır yen içinde kalır misali kimse ile paylaşamadıklarını, yıllar sonra gazeteci Andrew Morton ile yaptığı seri röportajlarla bir kitaba dönüştürdü; ‘Diana: Her True Story’. Artık sevmediği kocasından – çocuklarını göstermezler ve kendisini ülkeden sürgün ederler diye- boşanmaya cesaret bile edemiyordu… 1996’daki ayrılığın ardından kendini bulup, tüm hareketlerini an be an izleyen olan ve psikolojik iniş çıkışlarına sebep olan basının gücünü, yapmak istediği hayırseverlik işleri için lehine kullanmayı planlarken, bir grup paparazzinin sebep olduğu trajik bir kaza sonucu aramızdan ayrıldı. Aynı araçta vefat ettiği sevgilisi Dodi El Fayed’in babası Muhammed El Fayed, işin peşini bırakmayıp, birçok dedektif ve özel ajan tutup kazanın nedenini senelerce araştırtsa da, şu ana kadar sarhoş araba şoförünün kazaya sebep olmasından başka bir şüpheli duruma rastlanmadı.
HİKAYENİN PRENS CHARLES TARAFI
Hepimiz ona sadakatsiz bir koca olduğu ve masum bir genç kızı üzdüğü için kızıyoruz. Ancak hikayeye onun tarafından bakarsak tam bir aşık adam portresi çıkıyor karşımıza. Yaverlerinden ve en iyi arkadaşlarından birinin karısına; Camilla Parker Bowles’a aşık oluyor. Arkadaşına rağmen gizli gizli ilişkisini sürdüyor. Çok sevdiği Camilla, eşini terketse bile evlenemeyeceklerini biliyor. Kraliyet ailesinin büyük oğlu ve tahtın bir numaralı varisi olarak görevi; geleneklere uygun olarak; aristokrat bir aileden gelen, bakire ve doğurgan bir genç kızla evlenip kraliyete, monarşinin devamını sağlayacak erkek torun vermek. Kader karşısına Diana’yı çıkarıyor. Çok geçmeden evleniyorlar. O peri masalı düğününde, Camilla da sevgilisinin başka bir kadınla ömrünü geçirmek için evet deyişine şahitlik ediyor. Ancak Charles, Camilla’yı o kadar seviyor ki balayında bile onun hediye ettiği kol düğmelerini takıyor, her fırsatta onunla iletişim kurmanın yollarını buluyor. Bir sene içinde oğlu William’ı kucağına alınca sorumluluğunu yerine getirdiği için daha da rahatlıyor. Ancak genç karısının ona aşık olacağını ve bu yasak ilişkiye isyan edeceğini hiç aklından geçirmiyor. Diana’nın güzelliği, tarzı, şıklığı ve basının ona olan ilgisi de işin içine girince, hayatı daha da çekilmez bir hal alıyor. İkinci çocuklarını kız bekleyen Charles, Harry’nin doğumu ile karısından iyice uzaklaşıyor. Kamuoyunun bu ilişkide Diana’yı haklı görmesi ile (bir keresinde Diana: ‘Bu evlilikte hep üç kişiydik’ açıklaması yapıyor), kişisel PR çalışmalarını başlatsa da beklediği kadar başarılı olamıyor. Sonunda boşanıyorlar; eski karısı şüpheli bir kazada hayatını kaybediyor. Tüm dünya onun için günlerce süren yas dönemine giriyor. Ama Charles, karısının mutsuzluğuna ve belki de ölümüne neden olan yasak aşkından vazgeçmiyor. Diana’nın vefatından 8 yıl sonra, tahttan vazgeçme fedakarlığını da göze alarak; sonsuz aşkı Camilla ile evleniyor ve onu Buckingham Sarayı’na gelin getiriyor! Şu an aile fotoğraflarında güler yüzle poz veren kraliyet bireyleri gerçekten mutlu mudur bilinmez ama Diana’nın kemiklerinin sızladığı kesin…