Halbuki home office fikri, içine girmeden ne kadar cazipti...

Şimdi anladık mı değerini o sıkıcı şehir hayatlarımızın?

Sabahın köründe kalkmanın zorluğunu özlemedik mi?

O an için dünyanın en önemli derdi gibi görünen ancak bir gün sonra benzer bir başkası ile unuttuğumuz içi boş dertlerimiz yüzünden bağımlısı olduğumuz antidepresanlar bugünlerde işe yarıyor mu sahi?

Sabah köşedeki kahveciden kahvemizi alıp metroya binip o hiç sevmediğimiz işimize gidip, yarım yamalak günaydın dediğimiz iş arkadaşlarımızın asık suratlarını özlemedik mi? Off hele aksam trafiğini...

Dostlarımızla kafe, restoranlarda yediğimiz yemekler, kuaförde fön çektirmek, manikür yaptırmak, mahalle berberinde saç sakal traşı olmak, caddelerde, AVM’lerde boş boş gezip, mağazalara girip çıkmak...

***

Konserlere gitmek, filmleri ilk geldikleri cuma akşamında ilk seanslarında izlemek, akşamları köşedeki meyhanede arkadaşlarla iki tek atmak...

Uçamadığımız business class koltuklar ve 5 yıldızlı otellerdeki tatil planları ne oldu?

Bir tanesine bir maaşımızı verdiğimiz o marka çantaları evin içinde nasıl takacağız şimdi? 12 taksitle aldığımız o son moda kıyafetlerimizi giysek, pahalı takılarımızla kombinlesek kim görecek? Sahi her sabah kalkıp makyaj yapan var mı aramızda artık?

Halbuki home office fikri, içine girmeden ne kadar cazipti...

O bayıldığımız internet dizilerinin bizi nereye kadar oyalayacağını sanıyorduk? Kitaplar, okudukça ağırlaşmadı mı? Instagramda kaç saat vakit geçirebiliyoruz? An be an story atan influencerlardan soğumadık mı bir ayda?

Baharın gelişinde içeri kapanınca; o var ettiğimiz betonların arasında açan çiçeklere daha çok dikkat eder olduk, dışarı çıkardığımızda köpeğimizin neden bu kadar sevindiğini anladık...

Eski rutinimizin aslında ne kadar lüks olduğunu eve tıkılınca fark ettik, özgürlüğün değerini kaybedince...

Peki bu ‘kişisel karantina’ dönemi bitince ne kadar sürecek dersiniz: O konuşmalara dönmek: ‘abi, şehir hayatı monoton, hep aynı kişiler, aynı yerler, beni boğuyor yaaa’...