Ancak, bu eski hikâyeye ve Afganistan'daki trajik tabloya takılıp ABD'nin neden bu şartlarda bugün çekilmeyi tercih ettiği sorusunu havada bırakmayalım.
Tüm haftayı Afganistan’daki durumu tartışarak geçirdik. Aslında ABD’nin askeri işgal aracılığıyla ulus/devlet inşasını Ortadoğu’da beceremediği gerçeği uzun bir süredir tartışılıyor ve bu beceriksizlik yüzünden ABD’nin bölgedeki niyeti, gerçekten istikrar isteyip istemediği sorgulanıyordu. Tüm bu sorgulamalar son 20 yıldır defalarca önümüze geldi. Bugünkü gam, korku, Batı’nın terk etme stratejisinin trajikomik sonuçları uzun süre daha konuşulur. Ancak, bu eski hikâyeye ve Afganistan’daki trajik tabloya takılıp ABD’nin neden bu şartlarda bugün çekilmeyi tercih ettiği sorusunu havada bırakmayalım.
ABD Taliban ilişkisi
Bu soruyu soranlar cevabı iki ana başlık altında arıyorlar. İlk başlık altında Afganistan içi faktörlere odaklanılıyor. Ulus devlet inşası projesi zordaydı ve 2017’den itibaren ABD’nin çekilme takvimini netleştirmek için fırsat kolladığı, bu nedenle Afganistan’daki farklı gruplar arasında zemin yokladığı, tüm bu arayışların da Kabil Hükümetinin altını oyduğu yazılıp çiziliyordu. Nitekim tabuta çivi Trump Yönetimi tarafından 2020’de Doha’da Taliban ile yapılan anlaşma ile çakıldı. Bu anlaşmada ABD, Afganistan’daki tüm yabancı askeri unsurların çekileceğini Taliban yetkililerine söz olarak veriyor, böylece de muhatabının -en azından çekilme tamamlanıncaya kadar- Taliban olduğunu/olacağını ilan ediyordu. Bu anlaşma ile bir yandan Kabil Hükümeti’nin aslında bir son kullanma tarihi olduğu ilan edildi, diğer yandan Katar aracılığıyla yürütülen ve Pakistan, İran gibi sahadaki devletlerin de dahil olduğu, Türkiye’nin dahil olabileceği Afganistan’daki farklı taraflar arasında süregiden siyasi müzakere süreci tıkandı.
Bugün bu arka plandan yola çıkanlar çekilmenin hızı ve biçimine bakarak, ABD’nin kazanamadığı bir savaşı sonlandırmasının pek çok yolu olduğunu, bu yollar arasında Washington’un önce Taliban’la anlaşmayı, sonra Taliban’ın ülkeyi kontrol etmesinin önünü açacak, hatta Amerikan teçhizatları ile donanacak şekilde önünü açmayı tercih ettiğini vurguluyorlar. Bu da bu okumayı yapanlar açısından, ABD-Taliban anlaşmasının daha derin mevzuları içerdiğini gösteriyor. Bir anlamda Taliban’ın Afganistan’da Suriye’deki YPG gibi kullanılmasının, hatta Taliban’ın doğasının ABD/Batılı değerlerden uzak resmedilmesi nedeniyle çok daha özgür kullanılmasının önünün açıldığını görebiliriz.
Taliban’ın çeşitlendirme stratejisi
Elbette Taliban’ın yekpare bir bütün olmadığı, yerel siyasal sürece içkin bir geçmişi olduğu ve içindeki farklı fraksiyonlar aracılığı ile iş birliği yapabilmek için farklı aktörlerle çoktan temasa geçtiği bir gerçek. Zaten bu çeşitlendirme stratejisi nedeniyle Afganistan’da Taliban-içi ve Taliban ile ötekiler arasında bir rekabet, hatta iç savaş bekleniyor. Ancak, ABD-Taliban arasında Taliban’ın Afganistan’daki aşırılıkları, Pakistan-İran / Çin-Rusya dengesini kontrol edebilmesine olanak veren bir zemin açılırsa o zaman iç savaştan farklı bir tablo ile karşılaşabiliriz. Kısaca bu ilk bakış açısına göre Washington, Taliban’ın bu dengeleme stratejisi için ehil ve yeterince güçlü olduğunu düşünerek çekilmeyi bu şekilde kotardı. İkinci bakış açısına göre Taliban, bu işlevi yerine getirebilecek güce ve ehliyete sahip değil. Bölünmüş ve hala ideolojik yükünü sırtında taşıyan, sicili aşırılıkları kontrol etme noktasında çok parlak olmayan bir örgütten bahsediyoruz. Şimdilik Taliban özellikle Güneydoğu Asya’da faaliyet gösteren DAEŞ liderliği ile arasına mesafe koymaya çalışsa da meselenin sadece DAEŞ’ten ibaret olmadığını bilenler için radikalleşme riskini Taliban ile kontrol altında tutmak beyhude bir çaba. Bu yüzden radikalizmle mücadele için, radikalizmi dönüştürmek için ya da kullanmak için kendi araçlarıyla sahaya İran, Pakistan, Hindistan, Körfez ülkeleri, Rusya ve Çin girecek hem birbirlerini, hem sahayı kontrol altında tutacak, hem de insan kaynağı, para, silah ve şöhretlerini harcayıp duracaklar.
ABD stratejisinin açıkları
Bu iki başlık aslında ABD çekilmesinin jeopolitiğini bize açıklıyor ama bu jeopolitik mantığın iki açığını da su yüzüne çıkartıyor. İlk açık, Taliban’ın çeşitlendirme stratejisinin (aynı anda pek çok aktörle birden görüşme stratejisinin) sadece iç savaş-vekalet savaşı yaratacağı beklentisi. ABD’nin çekilme sonrası Taliban’a vaat ettiğinden çok daha cazip vaatleri verebilecek güçlerin var olması Washington için evdeki hesabı bozabilir. İkinci açık, Afganistan’da ortaya çıkan karışıklığın rakipler için rahatsız edici ama kontrol altında tutulabilir olduğu hesabı. ABD henüz İran’ı bile ılımlı, sınırlanmış davranmaya ikna edebilmiş değil. Bölgede Afganistan işine bulaşacak tüm güçler silahlı, sınır ötesi vekillere sahip, kitle imha silahlarına dayalı caydırıcılığı olan aktörler. Buradaki vekalet savaşı Suriye’de ya da Libya’daki gibi seyretmeyecektir. Kısaca ABD stratejisi rakip güçler için maliyet yaratma üzerine bina ediliyor ama ortaya çıkan maliyet sanıldığından daha büyük olabilir zaten bu yüzden de Rusya, Çin, İran, Pakistan gibi aktörler bir yandan kendilerine açılan saha nedeniyle son derece hevesliler, öte yandan ortaya çıkabilecek komplikasyonlar o kadar ciddi, sonuçta ödenecek bedel o kadar yüksek ki aktörler kendilerini sınırlandırarak, diplomatik çözüm arayışlarını öne çıkartma ihtiyacı duyuyorlar.
Diplomasiyi öncelemek
Şu an için diplomasi masası üç şeyi ifade ediyor: 1)- Afganistan’da bulunan yabancı personelin ve sivillerin tahliyesi. Bu konuda Afganistan’dan ayrılmaya çalışan Kabil Hükümeti ya da Taliban dışı güçlerin önemli isimlerine sorun çıkartılmaması da önemli. 2)- Radikalizmin, göçün, terörizmin, kaçakçılığın (Afyon kaçakçılığı dahil) önlenmesi ile ilgili bölge ülkelerini rahat ettirecek, Afgan halkını ekonomik izolasyona mahkum etmeyecek ve vekalet savaşını alevlendirmeyecek bazı yönetişim normlarının saptanması. 3)-Geçiş hükümetinin kapsayıcı ve uzlaşmacı bir zeminde dizayn edilmesi. Taliban diplomasiyi öğrenmiş görünüyor, ama bu üç unsurda Orta Asya-Körfez-Güney Asya-Orta Doğu – hatta Avrupa derinliğinde uzak ve yakın komşulara güvence verebilecek bir gücü ve yetkinliği yok. Daha önemlisi Taliban, kendisi için bir “zafer” çıkartabilir bu denklemden ama kazan-kazan pazarlığı yapamaz. İşte tam da bu noktada durup, kulak kabartalım: Hangi başkentte telefonlar çalıyor? Evet, doğru duydunuz Ankara bir süredir Almanya, ABD, Pakistan, Rusya, İran ve Afganistan denkleminden etkilenen diğer başkentlerce aranıyor. BAE’nin bugüne kadar süregelen nahoşluk nedeni ile yüz yüze diplomasiyi başlatmayı tercih ettiğini de sözlerimize ekleyelim.
Ankara’nın telefonları neden çalıyor?
Telefonlar Ankara’ya geliyor, zira Türkiye’nin bu üç madde çerçevesinde denkleme dahil tüm aktörlerle kazan-kazan pazarlığını kolaylaştıracak insan kaynağı ve diplomatik gücü olduğu biliniyor. Yani Ankara’nın kapasitesi sadece Türkiye’nin askeri kapasitesi değil, tek endişe göç değil, oynanabilecek tek rol de güvenlik endişelerine karşı bent rolü değil. Sözün özü: Türkiye’nin Afganistan denkleminde arzuladığı, istikrar isteği değişmedi. Ancak Afganistan pazarlığının çerçevesi değişti. Bugüne kadar aktörler Afganistan’da kurulacak oyunda var olmak üzere ellerindeki gücü gösteriyorlardı. Bugün maliyetleri kontrol altında tutacak çözümler bulmak gerekiyor- ki bu husus ABD için bile geçerli-. Ankara’nın Afganistan üzerine kurulan diplomasi masasına bu noktada katabileceği çok şey var. Ankara’nın bir süredir işlediği “Yeniden Asya” hikayesi bile bölgesel hatta önleyici kazan-kazan diplomasisine dayanmıyor muydu? İşte şimdi Afganistan özelinde oluşan diplomasi masasında bu tecrübeye ihtiyaç duyuluyor.