14 Haziran'da Brüksel'de yapılacak zirve sadece NATO'nun geleceği açısından değil Türkiye-ABD ilişkileri açısından da kritik önemde.

14 Haziran’da Brüksel’de yapılacak zirve sadece NATO’nun geleceği açısından değil Türkiye-ABD ilişkileri açısından da kritik önemde.

Zira bu zirve kapsamında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasında ikili bir görüşme planlanmış durumda.

Bu görüşme, Biden’ın başkan seçilmesinin ardından iki lider arasındaki yüz yüze ilk temas olacak.

Biden, seçimlerden 9 ay önce NYT’ye verdiği mülakatta, “muhalefeti destekleyerek devireceğini” açıkladığı Erdoğan ile bir araya gelecek.

14 Haziran’daki görüşmede bu konu gündeme gelecek mi, Biden “Kusura bakmayın büyük bir halt ettim. Ülkenizin içişlerine dil uzattım. Bunu, seçim öncesi söylenmiş boş siyasi laflardan biri olarak görün lütfen” diyecek mi?

Hiç zannetmiyorum.

Aksine, başkanlık koltuğunu devraldığı 20 Ocak’tan bu yana attığı adımlar Biden’ın bu sözünü gerçekleştirmeyi kendisinin ve ülkesinin önemli ve öncelikli hedeflerinden biri olarak gördüğünü ortaya koyuyor.

Kuşkusuz Biden ve derin ABD yönetimi, muhalefetimizin kaşına gözüne hayran olduğu ya da Erdoğan’ın kaşını gözünü beğenmediği için bu hedefleri önüne koymuş değil.

Amaç, Türkiye’nin boyunduruk altına alınmak istenmesidir.

Kimi uzmanlar, iki ülke arasındaki gerilimleri ABD ile Türkiye’nin çıkarlarının birçok alanda çatışmasına bağlayıp, doğru olanın, gerilime konu olan alanların geri plana itilerek, çıkarların kesiştiği alanlar üzerinden ilişkilerin yürütülmesi olduğunu salık veriyor.

O nedenle Erdoğan-Biden görüşmesi öncesi bu hafta ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wendy Sherman’ın Türkiye ziyaretinde yapılacak görüşmelerde bu yönde bir strateji izlenmesinin en doğru yol olacağı dile getiriliyor.

Bu büyük bir yanılgı.

Kabul edelim ki özellikle son 10-15 yıldan bu yana Türkiye’ye karşı en büyük düşmanlığı yapan ne Esad’tır, ne Sisi ne de Yunanistan.

Türkiye’nin en büyük düşmanı, fiilen bu ülkeye savaş açan ABD’dir.

Ankara ile Washington arasındaki sorunların kaynağı çıkar çatışmalarından değil, ABD’nin diz çöktürmek için doğrudan Türkiye’yi hedef almasından kaynaklanmaktadır.

ABD’nin Türkiye’de darbe girişiminde bulunmuş terör örgütü FETÖ’nün ele başı ve diğer yöneticilerini koruma altına almasının nedeni, bu terör örgütünü Türkiye’ye yönelik saldırılarında kullanmaya çalışmasından başka nedir?

ABD’nin FETÖ ile başkaca nasıl bir çıkar ilişkisi vardır ki?

ABD’nin Irak ve Suriye’de PKK/PYD terör örgütünü bu denli himaye etmesinin, bu terör örgütüne binlerce TIR dolusu askeri teçhizat sağlamasının, yüz milyonlarca dolar para yardımında bulunmasının nedeni, bu terör örgütü aracılığıyla Türkiye’yi vurmak değil de nedir?

ABD’nin bu iki ülkedeki hangi çıkarları sözüm ona yarım asırlık “müttefiki”yle karşı karşıya gelmesine yol açmıştır?

Güney sınırlarımızda bir terör devleti oluşturma çabaları doğrudan Türkiye’yi kuşatmayı hedeflemiyorsa ABD’nin hangi çıkarlarının bir gereğidir?

Aynı şekilde Batı’da Yunan adalarında kurulan üsler, Türkiye’yi kuşatma planlarının bir parçası değilse nedir?

Yüz yıl önce yaşanan kimi olayları “soykırım” diye masaya sürmek, aynı hesaplar doğrultusunda uluslararası alanda Türkiye’yi sıkıştırmaya çabalarından başka neye tekabül etmektedir?

Tüm bunlar, Ankara ile Washington arasında çıkar çatışmaları değil, ABD’nin doğrudan Türkiye’yi hedef aldığını göstermektedir.

Dolayısıyla iki ülke arasındaki ilişkilerin düzelmesi, ABD’nin bu hasmane yaklaşımlarından vazgeçmesine bağlıdır.

Peki, Sherman’ın ziyaretinde ya da Erdoğan-Biden görüşmesinde ABD’ye bu konularda geri adım attırmak mümkün müdür?

Kesinlikle değil zira bu hesaplar, yani Türkiye’ye diz çöktürme planı, derin ABD’nin en öncelikli hedeflerinden biridir.

IRAK VE SURİYE’DE KÜRT OYUNLARINI BOZMAK

O nedenle yapılması gereken bu oyunları bozmaya yönelik adımlar atmaktır.

Kanımca ABD’nin Türkiye’yi kuşatmaya yönelik açtığı cephelerden üçü, kritik ve ülkenin bekâsını doğrudan etkileyebilecek önemdedir.

Bunlardan biri Suriye, diğeri Irak, bir diğeri ise iç cephe olarak muhalefettir.

Son 5 yıl içinde Fırat Kalkanı, Zeytindalı ve Barış Pınarı harekâtlarıyla ABD’nin Suriye üzerinden Türkiye’ye yönelik hamleleri bloke edilmiştir.

Ancak bu cephe tamamiyle dağıtılmış değildir.

Geçtiğimiz hafta, önce ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Joey Hood başkanlığında üst düzey bir heyetin, ardından da ABD’li DEAŞ karşıtı Koalisyon’un Komutanı General Paul Calvet ve ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Kenneth McKenzie’in Kuzeydoğu Suriye’de terör örgütü PYD ve YPG yetkilileriyle yaptığı görüşmeler Washington’un bu cephede Türkiye’ye yönelik “savaşı” güçlendirerek sürdüreceğini gösteriyor.

ABD’yi bu cephede yenilgiye uğratmanın yolunun, Rusya ile Suriye konusunda ortak bir çözüm üzerinde anlaşmak ve bu anlaşma doğrultusunda Suriye muhalefeti ile Şam yönetimi arasında bir çözüm bulmak ve akabinde, muhalefet ile Şam yönetiminin birlikte PYD’nin denetimindeki bölgeleri kontrol altına almasını sağlamalarına yardımcı olunması olduğunu düşünüyorum.

Bunu yaparken Türkiye’ye yakın olan ve hali hazırda ABD’nin PYD ile ittifak yapmaya zorladığı Kürt grupları bünyesinde barındıran ENKS’nin de, bu ittifaktan uzak tutulmasının ve Suriye muhalefetiyle ortak hareket etmesinin sağlanmasının kritik önemde olduğunu not edelim.

Irak cephesine gelince…

Türkiye özellikle son iki yıldan bu yana önce Pençe Kartal-Pençe Kaplan ardından da halen devam eden Pençe Şimşek-Pençe Yıldırım operasyonlarıyla PKK’ya, dolayısıyla onun hamisi ABD’ye ağır kayıplar verdiriyor.

Ancak bu operasyonlar da, ABD’nin bu ülkede PKK üzerinden Türkiye’ye yönelik planlarını rafa kaldırmış değil.

Geçen hafta Kuzeydoğu Suriye’de PYD/YPG’yi ziyaret eden üst düzey ABD heyeti, bu ziyaretten bir hafta önce de Kuzey Irak’ta, Türkiye’ye karşı PKK ile ortak hareket etmelerini sağlamak için Kürt yöneticilerle görüşmeler yaptılar.

Kuzeydoğu Suriye’de PYD-ENKS ittifakının önlenmesi gibi Kuzey Irak’ta da Kürt grupların PKK ile ortak hareket etmesinin önlenmesi büyük önem taşıyor.

Zira ABD’nin Kuzey Irak’ta yapmaya çalıştığı, Suriye’de yapmaya çalıştığının bir parçası.

Her iki ülkede de Kürt grupların, PKK/PYD ile ortak hareket etmelerinin önlenmesi, ABD’nin bu iki ülke üzerinden Türkiye’ye karşı yürüttüğü hesapların çökmesi anlamına gelir.

“İÇ CEPHE” VE GERİLİMİN DÜŞÜRÜLMESİ

Ve son olarak Biden’ın “Erdoğan’ı devirmek için kullanacağını açıkladığı” içerideki muhalefet cephesi.

Kabul etmek gerekir ki ABD ve ona bağlı hareket eden birçok Avrupa ülkesi, özellikle Gezi olaylarından bu yana bu cepheyi yoğun bir şekilde kullanıyor.

Ve bunun bir sonucu olarak da ülke içinde toplumun kamplaşması giderek derinleşiyor ve kamplar arasındaki görüş ayrılıkları giderek daha keskin bir hal alıyor.

Bu durum, en az güney sınırlarımızda bir terör devleti oluşumu kadar riskli ve tehlikeli.

Bu tehlikenin bertaraf edilmesi için ivedilikle ülke içindeki gerilimin düşürülmesi şart.

Kuşkusuz, muhalefet cephesinde bilerek ya da bilmeyerek, gönüllü ya da çeşitli bağımlılıkları nedeniyle ABD’nin Türkiye’yi ele geçirmeye yönelik bu planları doğrultusunda hareket eden partiler ve yöneticilerinin varlığı görülüyor.

Ancak bu derin kutuplaşmalar, muhalefet cephesinin arkasında duran geniş kitlelerin bu gerçeği görmesini engelliyor.

Ülke içinde tansiyonun düşürülmesinin, bu kitlelerin Türkiye’ye yönelik büyük saldırıların görmesini sağlayacağını, bu durumun da bu planlar doğrultusunda hareket eden parti yöneticilerinin geri adım atmasını ya da kitle desteğini yitirmelerine yol açacağını düşünüyorum.

Hükümetin, bu alanda atacağı adımlar derin ABD’ye “iç cephe”de büyük bir yenilgi yaşatacaktır ki Biden ve yönetimi ancak bu yenilgileri gördüğü zaman Türkiye ile ilgili hesaplarını yeniden gözden geçirmek zorunda kalacaktır.