Kemal Kılıçdaroğlu'nu tanımasam Beyaz Saray sözcüsü konuştu zannedeceğim.
Kemal Kılıçdaroğlu’nu tanımasam Beyaz Saray sözcüsü konuştu zannedeceğim.
Gerçi uzunca bir süredir Kemal Bey’in Beyaz Saray sözcüsünden herhangi bir farkı yok.
Kemal Bey, Türkiye aleyhine ne varsa ya savunuyor ya da bizzat kendisi söylüyor.
En son şunu demiş:
“Amerika'daki Rıza Sarraf davası konuşuluyor. Ben şimdi size o bakanların isimlerini ve aldıkları rüşvet miktarını tekrar söyleyeceğim. Zafer Çağlayan 28 seferde 52 milyon dolar rüşvet aldı. Kol saati ve piyano hariç. Muammer Güler 10 seferde 10 milyon dolar rüşvet aldı oğlunun kendi boyunda kasalar çıktı. Egemen Bağış 3 seferde 1 buçuk milyon dolar rüşvet aldı. Kuran'la Allah'ın ayetleriyle dalga geçen kişiyi hala yanında taşıyor. Bu ülkedeki tüm Müslümanlara sesleniyorum. Allah'ın kelamıyla Bakara Makara diye dalga geçen adamı yanında tutana destek mi olacaksınız? Zafer Çağlayan Amerika'ya gitse yargılanacakmış. Bize karşı pis kokular geliyor diyor. Biz Türkiye'de burnumuzu tutuyorduk ya defalarca söyledik 'yapmayın' dedik. Türkiye Cumhuriyeti'nde bakanlık yapmış birinin başka bir ülkede yolsuzluk nedeniyle yargılanması utanç vericidir.”
Belki diyeceksiniz FETÖ’nün montajlı ses kayıtlarını grup toplantısında dinleten bir adamdan ne bekliyorsun diye…
Son derece haklısınız.
Belki yine diyeceksiniz tüm FETÖ kumpaslarına sahip çıkan bir adamın bu açıklaması gayet doğal diye…
Bunda da son derece haklısınız.
Zaten demek istediğim de bu…
Kemal Bey cephesinde değişen bir şey yok.
Hala daha FETÖ’nün kumpaslarını ve FETÖ’nün montajlı ses kayıtlarını savunmaya devam ediyor.
Utanmadan hem de!
***
Eski Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış Kılıçdaroğlu’na cevaben FETÖ’nün ses kayıtlarının montajlı olduğuna ilişkin hem TÜBİTAK’tan hem de Uluslararası Tıp Analistlerinden aldığı raporları sosyal medyadan bir kez daha paylaştı.
Çok uzun zaman önce FETÖ tarafından illegal bir şekilde servis edilen bu dinleme kayıtlarının montajlı olduğu ortaya çıkmıştı.
15 Temmuz kanlı darbe girişimini yaşayan bir ülkede hala daha FETÖ kumpaslarını açıkça savunanlar, FETÖ’nün sözcülüğüne soyunanlar bu cesareti nereden alıyorlar bilemiyorum ama Kemal Bey gibilerin ABD’nin 17-25 Aralık yargı darbesini tekrardan ısıtıp önümüze koymaya çalıştığını, kirli hesapların içine girdiğini çok net bir şekilde gördüğünü düşünüyorum.
O nedenle biz asıl meselemize gelelim…
ABD’de Zafer Çağlayan’la ilgili çıkan tutuklama kararının hiçbir hukuki dayanağı yok.
Zaten delil olarak sunulan bilgiler en başta ABD yasalarına aykırı.
Çünkü delil olarak sunulan bilgiler yasalara aykırı illegal bir kumpastan ötürü olduğu için ABD yargısının bu delilleri kabul etmesi düşünülemez.
Eğer tüm dünyaya “hukuk devleti” olarak poz vermeye çalışan ABD’nin bu delillerle hukuksuz bir kararı mahkemeden çıkarması söz konusuysa küresel merkezin kirli kumpaslar için düğmeye bastını söyleyebiliriz.
Gerek Halkbank Genel Müdür Yardımcısının tutuklu olması, gerekse de eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a ilişkin çıkan tutuklama kararı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da dediği gibi “gelen pis kokularla” alakalı.
***
Pazar günkü yazımda da yazdım…
ABD’nin asıl hedefi bu yargı kararlarını Cumhurbaşkanı Erdoğan’a uzatmak.
Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunun farkında olduğu için “bu karar Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı atılmış bir adımdır” diyor.
ABD’nin gerekçesi “İran’a yönelik uygulanan ambargoyu delmek”
Bu gerekçenin bizi bağlayan bir tarafı olmadığı gibi İran’a karşı bizim bir ambargomuz yok.
Ki bakıldığında İran’a uygulanan ambargoyu ABD’li iki şirketin de deldiğini görebiliyoruz.
Bu şirketler Bunga ve Cargill.
Ambargo süreci boyunca İran toplamda 24 milyarlık ticaret yapıyor. Bunun sadece 9 milyar doları Türkiye’yle. Geriye kalan 10 milyar dolarlık ticaret ABD şirketleri olan Bunga ve Cargill’e ait.
ABD ambargo uygularken iki ABD şirketi İran’la ticaret yapabiliyor ve o “hukuk devleti” ABD, Bunga ve Cargill’i mahkemeye taşımayı bırakın soruşturma bile açmıyor.
Dolayısıyla ABD’nin “İran’a yönelik ambargo uygulaması” sadece belli hedefleri için kullanmış olduğu bir kamuflâj.
ABD’nin hedefi İran pazarında sadece kendisinin olması ve Türkiye’nin bu pazarla olan ilişkisini kesmek.
Bu noktada da FETÖ tarafından kurgulanan 17-25 Aralık kumpası devreye sokuluyor.
***
17-25 Aralık kumpasında Halkbank hedef olarak seçilmişti.
Bunun önemli nedenleri var.
Türkiye o dönem İran’dan petrol ve doğalgaz alıyordu.
Doğalgazı BOTAŞ, petrolü ise TÜPRAŞ üzerinden satın alıyordu.
Aldığımız petrol ve doğalgazın paraları İran’a direkt ödenmiyor BOTAŞ ve TÜPRAŞ tarafından Halk Bankası’na yatırılıyordu.
E tabi bu da Halkbank’ın değerini artırıyordu.
Sadece bu da değil biz İran’la olan ticaretimizi döviz üzerinden değil Türk parası üzerinden yaparak Türk parasının değerini de artırmış oluyorduk.
2002 yılında Halkbank zarar eden bir devlet bankasıydı. 2012 ise Halkbank’ın net kârı 2.6 milyar TL oldu.
Halkbank üzerinden sadece İran’la olan ticaretimiz yapılmıyordu. Azerbaycan’la olan Güney Enerji hattı taşıma anlaşması, Kuzey Irak’la yapacağımız enerji anlaşmaları ve Hindistan’ın uzun vadede Türkiye’yle çalışmak istemesi Halkbank üzerinden yürüyerek Türkiye ekonomide çağ atlayacak, bu ticaretler TL cinsinden yapılacağı için de paramız değer kazanacaktı.
Ve haliyle Türkiye’nin döviz açığı da büyük ölçüde azalacaktı.
İşte 17-25 Aralık ihanetiyle Türkiye’nin ekonomisi FETÖ adlı taşeronla çökertilmeye çalışıldı.
Başarılı olamasalar da Türkiye ekonomide hasar aldı.
Türkiye öyle bir döneme girmişti ki bağımsız politikalar üreterek ekonomisini de tamamen millileştirme yolunda büyük adımlar atıyordu.
Hedef Türkiye’ydi…
Şimdi de ABD’nin hedefi yine Türkiye.
***
ABD’nin o dönem uluslararası ödeme sisteminde oluşan açık 100 milyar doları bulmuştu.
Bu açık Türkiye’nin İran’la olan ticareti kapsamında ABD’nin parasal güç sisteminin dışına çıkarak gerçekleşti.
Zaten 2010’da ABD Hazine Bakanlığı’ndan Türkiye’ye gelen David Cohen Türkiye ile İran arasındaki bu ticareti tamamen sonlandırması gerektiğini Türk yetkililerine iletmişti.
O dönem Zafer Çağlayan’ın ABD’nin ambargo kararını umursamayarak tamamen bağımsız politikalar eşliğinde bankalara cesur davranması gerektiğini söyleyen açıklamalarını da not edelim.
***
İşte 17-25 Aralık kumpası küresel merkez tarafından FETÖ’ye verilen talimat gereği gerçekleştirildi.
17-25 Aralık kumpasıyla Türkiye’nin bağımsızlığı hedef alındı.
Bu ihanet girişiminde başarısız olanlar 15 Temmuz askeri darbe girişimini tertipledi.
Bunda da başarılı olamadılar.
Şimdi tekrar… 17-25 Aralık kumpasının kurgulandığı ülkede Türkiye’ye karşı bir operasyonun düğmesine basıldı.
Halkbank Genel Müdür Yardımcısı’ndan sonra Zafer Çağlayan’a kadar bu kumpas tekrar ısıtılmaya başlandı.
Hedef yine Türkiye!
Dikkatli olalım ama şunu da söylemeden geçmeyelim…
Gelecekleri varsa görecekleri de var.
WhatsApp’ınıza bir bakmışsınız… Limonata tadı!
Singapur Ulusal Üniversitesi bilim dünyasını altüst edecek bir çalışmaya imza atmış gözüküyor.
Yapılan çalışma şu şekilde:
“Ranasinghe ve ekibi, RGB renk sensörü ve bir Ph sensörü kullanarak öncelikle limonatanın renk ve asitliğini ölçtü. Ardından bu veri başka bir lokasyonda, içinde su dolu özel bir bardağa aktarıldı. Bardağın ağız kısmındaki bir elektrot, limonatanın ekşiliği tadını yakalaması açısından kişinin dilindeki tat alma noktalarına hafif elektrik dalgaları gönderdi ve bardağın etrafındaki LED ışıkları sayesinde limonatanın rengi de suya yansıtıldı. 13 kişilik bir test ekibi ile yapılan çalışma sonucunda gerçek ve sanal limonatalarda yapılan tadımlar sonucunda; katılımcılar gerçek limonata tadının sanal limonataya göre daha ekşi olduğunu belirtti.”
***
Gerçekten çok ilginç bir çalışma.
Bu çalışmada istenilen başarı yakalanırsa muhtemelen sadece limonata tadıyla kalmayacak. Yediğimiz yiyeceklerin de tadını uzaktan tadabileceğiz.
Hatta çok uzun seneler sonra restoranların mönüsünde yiyeceklerin tadı dijital olarak internete sunulup o restorana gitmeden önce bile tatma şansımız mümkün.
Genel anlamda sadece tadı değil, kokuyu yollamakta mümkün hale gelebilir.
***
Olmaz olmaz demeyin…
Cep telefonundan, bilgisayara, internetten belki de röntgen cihazına kadar tüm dijital buluşlar dönem açısından büyük bir olaydı.
Belki çok geçmiş zamanlarda yaşasaydık şimdi kullandığımız birçok dijital nesnenin o dönem atılmış temellerini görme imkânımız olabilirdi.
Bu uzaktan uzağa tat ve koku yollamalar da günün birinde gerçek olabilir.
Şimdilik tek itirazım… Limonatadan pek hoşlanmam!