DOMUZDAN POST BATI'DAN DOST?

Murat BAŞARAN 25 Kas 2016

Murat BAŞARAN
Tüm Yazıları
Üyesi olduğumuz Batı'nın patronajındaki hangi birlik ve oluşumdan fayda gördük?

Yetmiş yıl önce ABD’nin dayatmasıyla toprağa gömdüğümüz 72 savaş uçağını yer altından çıkarmaya çalıştığımız şu günlerde, pek hayranı olduğumuz Avrupa ve Amerika’nın Türkiye’yi nasıl sömürdüğünü etraflıca düşünmemiz gerekiyor.

Yaranmak mecburiyeti/ ahmaklığıyla yemediğimiz nane kalmamış.

Amerika’nın zoruyla gömdüğümüz sadece savaş uçakları değil, milli savunma geleceğimizdi.

Üyesi olduğumuz Batı’nın patronajındaki hangi birlik ve oluşumdan fayda gördük?

Birleşmiş Milletler?

NATO?

Avrupa Birliği?

NATO’nun söz konusu Müslümanlar olduğu zaman Bosna’da ne işe yaradığını hep beraber görmedik mi?

Almancı, İngilizci sadrazamlar/ başbakanlar/ siyasetçilerle irademize ipotek koyan Avrupa’dan…

Hurda silahlarını Türkiye’ye bin bir nazla satıp üstelik istediğimiz gibi kullanmamıza izin vermeyen ABD’ye kadar, Batı; bir kıskacı haçlı, bir kıskacı Siyonist bir akrep gibi bizi/ Müslümanları sokmaya doymuyor. 

Amerika’nın “Bizim çocukları” darbe üstüne darbe yapıyor.

Batı’nın beslemeleri bacak bacak üstüne atıp devlet adamlarına ayar veriyor…

Millet “Ne oluyor orda?” diye haykırdığında da hemen patronlarının kucağına zıplıyor hainlerimiz. 

Gerçekten her şey bir tarafa, Batı’nın kapısında el pençe durduğumuz günden beri ne gördük şifa niyetine?

NATO’dan çıksak…

Avrupa Birliği’ne rest çekip “cehennemin dibine kadar” desek…

Başımıza gökten taş yağacakmış tedirginliğini kim koydu yüreğimize?

Ve artık bu tedirginlik 15 Temmuz’la beraber yerini “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” kararlılığına bırakmadı mı?

Norveç posta koyuyor bize? Somon kafalılar…

Ya Luxemburg’a ne demeli? Sultanbeyli kadar hükmü olmayan bir avuç kerkenez…

Amerika’nın da Avrupa’nın da kendi içlerinde birbirlerini yemeye başladıkları ve yemeye devam edecekleri dönem, bizim geçen yüzyılın hesabını soracağımız dönem olmalıdır.

Shangai Beşlisi ile diyaloğumuz aslında var olmak için mecbur kaldığımız bir diyalog değildir. 

Biz neredeysek oranın güçlü olduğuna inanmıyorsak, “uşak”lık serencamımız devam edecek demektir.

Kendini “realist” zanneden çok bilmişlerimiz, kendi mabatlarının konforunu kollama gayretindeler…

Ruhumuzu çaldılar önce ve sonra kaybedecek bir şeyimiz kalmış gibi el kapılarında titreyip durduk yüzyıldan fazla…

Yeter artık.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İSEDAK toplantısındaki şu sözleri manzaranın özetidir:

“Müslümanlar olarak dünyanın yükünü bizler taşıyoruz. Aklımızın alamayacağı vahşetleri televizyon ekranlarında gördükçe kahroluyoruz. Daha dün yanı başımızda Halep'te son hastanede vuruldu.

Şundan emin olun her şey zıddı ile kaimdir. Atalarımız kul sıkışmayınca Hızır yetişmez derler. Yani sıkıntıda olan dara düşen kendisine inanan insanları Yüce Allah darda koymaz. "Nasrun minallâhi ve fethun karîb" (Yardım Allah'tandır ve fetih yakındır).

15 Temmuz gecesi neler yaşadığımızı dünya gördü. Bombalar ve silahlarla taranan millet hiçbir zaman onlardan kaçmadı. Tam aksine üstüne üstüne gitti. Benim milletim şehadeti görüyordu. Karaçi'den Cape Town'dan Endonezya'dan Avrupa'ya kadar milyonlarca Müslüman bizler için dua etti.”

Bizim için edilen duaların hakkını verme vaktidir!