İki dünya savaşında birbirini yiyen bu ülkelerin "çok seslilik" ve "tarafsızlık" adına, "aynı vizyon" ile ve "bağımsız yayıncılık" iddiasıyla, seyircilerine "yeni bakış açıları sunmak" için bir araya gelmeleri ve yayın dili olarak da kendi dilleri yerine Türkçe'yi seçmelerinde bit yeniği aramak için çokça sebebimiz var.

İnkılâp Târihi derslerinden belki de en çok aklımızda kalan konu, 1. Dünya Savaşı sırasındaki İtilaf Devletleri ve İttifak Devletleri’dir. Osmanlı’nın içinde bulunduğu İttifak Devletleri, Avusturya-Macaristan ve Almanya’dan oluşuyordu. Karşımızda ise başını İngiltere, Fransa ve Rusya’nın çektiği devletlerin oluşturduğu İtilaf Devletleri vardı. Bu devletlerin arasına en son ABD de katılmıştı ve bize karşı olan tavrını daha Osmanlı zamânında ortaya koymuştu. Biz, Cumhuriyet olduk, ama onların kafasında hâlâ Osmanlı’yız. Bunda haksız sayılmazlar.

Diğer İttifak Devletleri’nin soluğu çabuk tükenince, bütün yük Osmanlı’nın üstüne kaldı ve bu yükü taşıyamadık. Küçüldük, yok olmanın eşiğinden döndük ve Cumhuriyet’i kurduk. Ama onların hedefi “sıfır çürük”(!) idi. Anadolu dedikleri toprakları, biz Türklerden temizleyeceklerdi. Hamdolsun ki, gayrete âşık olan kader bizden yanaydı ve yenilmedik.

Şimdi yüzyıl sonra yine aynı oyun kuruluyor. Eski düşmanlar, “ortak düşman” olan Türklere karşı aynı safta toplandı. 1. Dünya Savaşı’nda bizim yanımızda olan ve 2. Dünya Savaşı’nda ABD’nin yerle bir ettiği Almanya da Yeni İtilaf Devletleri kadrosuna dâhil oldu. Kadro onlar adına güçlenmiş gözüküyor. Ama karşılarındaki devlet de “hasta adam” değil, Türkiye Cumhuriyeti.

+90

Bir süredir kulislerde konuşulmakta olan yeni medya oluşumu +90, Youtube üzerinden yayına başladı. Bu kanal ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere’nin kamu yayın kuruluşları, yâni sırasında Voice of America (VOA), Deutsche Welle (DW), France 24 ve BBC’nin bir araya gelmesiyle oluşan bir haber kanalı. DW’nin başı çektiği bu haber kanalının görüntüdeki amaçları Türkçe konuşan herkese hitap etmek, “tarafsız ve bağımsız” haber sunmak ve Türkiye medyasına çok seslilik getirmek. Hedef seyirci kitlesi olarak da gençlere öncelik veriyorlar. Gençlerin artık televizyon yerine sosyal medyayı tercih ve tâkip ettiği gerçeğinden yola çıkarak uzun vâdeli bir hedef kitle oluşturmak istiyorlar. Ama DW genel müdürü Limbourg’un açık açık söylediği gibi gençlerin ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’daki yaşıtları ve akranlarıyla olan sosyal medya bağlantıları kullanmak bu haber kanalının esas varlık sebebi.

Bu kanalı oluşturan kuruluşların (VOA, DW, France 24 ve BBC) kendi içlerinde Türkçe servisleri olmasına rağmen, güç birliği yapmaları ve bunu geleneksel yayıncılık kanalları yerine sosyal medyada yapmasının altında sâdece “tarafsız ve bağımsız” habercilik olduğuna inanmak için fazlasıyla iyimserlik hatta saflık gerekiyor. Bu kuruluşların kendi ülkelerindeki olumsuz gelişmelere karşı takındıkları sansürcü yayın politikası, bir araya geldikleri de devam edecektir. Onlar “taraflı” olmaz ama “çok sesli” olurlar. Ayrıca bu oluşumun Türkiye merkezli olmasının, “tarafsızlık kılıfı” altında bir karalama ve toplum mühendisliği için çalışması kuvvetle muhtemeldir. Gezi Parkı Olayları sırasında Taksim Meydanı’dan saatlerce canlı yayın yapıp, eylemleri bir “çevre sorunu” olarak yansıtan Batı medyasının bizim iyiliğimizi isteyeceğine kim inanır ki!

Ayrıca bu haber kanalının işlevlerinden biri de, yine Limbourg’un açıkça ifâde ettiği gibi, “hapisteki gazetecilerin boşluğunu doldurmak” olacakmış. Almanya’daki yükümlü gazetecileri görmezden gelip, ABD’de FBI’ın baskın yapıp gazetelerin bilgisayarlarına el koymasını yok farz edip böyle bir iddia ile ortaya çıkmak, foyalarını çok erkenden göstermektedir.

Neden Türkçe ve neden bu kadar dolaysız?

İki dünya savaşında birbirini yiyen bu ülkelerin “çok seslilik” ve “tarafsızlık” adına, “aynı vizyon” ile ve “bağımsız yayıncılık” iddiasıyla, seyircilerine “yeni bakış açıları sunmak” için bir araya gelmeleri ve yayın dili olarak da kendi dilleri yerine Türkçe’yi seçmelerinde bit yeniği aramak için çokça sebebimiz var. İlkokullarda bile “İngilizce eğitim” yapılan Türkiye’de neden İngilizce ya da Almanca ve Fransız yayın yapmıyorlar? Yoksa bu Yeni İtilaf Devletleri, Türkçeyi bizden daha çok mu seviyor? Yoksa bu, “demokrasi getirmenin yeni yolu” mu? Bu Türkçe sevgisinin sebeb-i hikmeti nedir acaba?