Bu hafta uluslararası toplum çok heyecanlı günler geçirdi, geçtiğimiz haftaki yazımızda da belirtmiştik İran ve ABD 2015 İran Nükleer Anlaşmasını canlandırmaya çok yakınlar.
Bu hafta uluslararası toplum çok heyecanlı günler geçirdi, geçtiğimiz haftaki yazımızda da belirtmiştik İran ve ABD 2015 İran Nükleer Anlaşmasını canlandırmaya çok yakınlar. AB’nin göndermiş olduğu nihai taslak metnine ilk olarak İran tarafı cevabını vermiş sonrasında da geçtiğimiz hafta içerisinde Washington, İran’ın cevabı ve taslak metin üzerine görüşünü AB’ye iletmişti. Biden yönetiminin ve AB’nin İran nükleer programı konusunda zafermiş gibi görünecek bir sonuca ihtiyaç duyduğunu biliyoruz. Siyasi olarak aktörlerin yıllardır farklı politikalarla caydırmayı denedikleri bu mesele, yani İran’ın nükleer kapasiteleri üzerinde atabilecekleri fazla bir adım kalmadı, Batı ve nükleer silahsızlanma taraftarları için bu nedenle sorunun “çözülmüşmüş” gibi yapılabilmesine olanak verecek bir adım artık elde edilemeyecek bir zaferin yerini alacak. Eh 2015’ten itibaren duyduğumuz bir sözdü şu ifade: en kötü anlaşma bile İran nükleer meselesi söz konusu olduğunda hiç anlaşamamaktan iyidir. Bu ifadenin 2015’te bir geçerliliği vardı, buna rağmen bir süre sonra anlaşma “kötülüğü” üzerinden fatura Trump’a kesilerek yırtılıp atıldı. Bugün bu ifadenin hala geçerliliği var ama artık 2022’de İran ne yapabileceğini; ABD, Batı ve İsrail neyi durduramayacaklarını gösterdikleri için 2022 muhtemel anlaşması nasıl bir anlaşma olursa olsun bir oyalama anlaşması olarak, “kötü” olduğu bilinmesine rağmen kötü olduğu söylenmeyen bir anlaşma olarak gerçekleşecek.
Pazarlıktaki konular
Zaten bu yüzden geçtiğimiz haftaki tartışmalar kim daha fazla taviz verdi üzerinden anlamsız sayılabilecek açıklamalarla geçti. Daha önce de değinmiştik, ABD, İran’ın nükleer mesele ile ilişkili olmayan konuları nükleer anlaşma pazarlıklarının bir parçası yapmasını istemiyordu. Oysa ABD, Trump döneminde nükleer anlaşmayı yırtıp atarken kendisi nükleer mesele dışında elde İran’ı sınırlamakla ilgili ne şart varsa nükleer anlaşma ile ilişkili hale getirmişti. Keza, Biden yönetiminin Viyana’da sürdürülen dolaylı pazarlıklar doğrultusunda Devrim Muhafızları konusunda daha esnek bir politikaya yönelebileceği defalarca söylenmişti. O nedenle şimdi odağımızı sadece ve sadece İran’ın belli bir süre nükleer silah elde etmeyeceğini garanti etme sözüne odaklayalım açıklamaları biraz sakil duruyor. Tahran 2017’den sonra çektikleri yüzünden elbette ABD ve Batı’dan koparabileceği her şeyi kopartmak isteyecektir. Ama muhtemelen Tahran için en büyük mesele Devrim Muhafızlarının yabancı terörist örgütler listesinden çıkartılması değil. Bugüne kadar İran Ortadoğu’da istikrarsızlaştırıcı bir aktör olarak görülmekten çok da rahatsız olmadan yaşamını sürdürdü. Bölgede alan kapatmanın İran için sadece bir ileride savunma hususu olmadığını, aynı zamanda kendisi adına stratejik kazanç ve pazarlık gücü getiren bir husus olduğunu da anlamak gerekiyor. Dolayısıyla İran, ABD’nin terörist örgütler listesinde olsun olmasın Ortadoğu’daki uzantılarının sahada bir anlamı olduğunu biliyor. Eh öyleyse varsın bugünden ileri adım atılmasın, İran geri adım atmadığı sürece, bu durumu çok önemsemeyecektir.
Nükleer eşikte olmak
Üstelik bugünkü pazarlık Tahran adına Tahran’ı çok da köşeye sıkıştıran bir pazarlık değil, yani kötü bir anlaşma bile İran için yeterince iyi zira Tahran bugün, nükleer bir silah geliştirmekten çok para kazanmayı tercih eden bir noktada. Nükleer silah geliştirme eşiğinde olmak- ki gelecek anlaşma ile ilgili şu an için ancak spekülasyon yapabiliriz ama İran’ın nükleer kapasitelerinin silah geliştirme eşiğinden 6 ay uzaklığa indirilmesinden bahsediliyor, bu süre 2015 Anlaşması sonrasında 1 yıllık bir uzaklıktaydı- Tahran’a geliştirebileceği bir, iki, üç bombadan daha çok pazarlık gücü veriyor. Hatta bu pazarlık gücü İsrail’i caydırıcılık kapanında tutuyor ve Körfez’i de nükleer ihtirasların eşiğine sabitliyor. Unutmayalım ABD’nin Tel Aviv’e temel olarak vaat ettiği şey Tel Aviv’in caydırıcılığını -başta demir kubbe savunma sistemi olmak üzere- güçlendirmek. Yine hatırlayalım, 2015 Anlaşması öncesi Riyad ve Abu Dabi, İran’a ne verilirse kendilerine de onun verilmesi konusunda göğüslerini yırtarcasına haykırıyorlardı. Sonuçta elde ettikleri sivil nükleer enerji teknolojisinde bazı muğlaklıklar da içeren bir iş birliği süreci ve İbrahim Anlaşmalarında turizm, doğrudan uçuşların kotarılması gibi hususların gölgesinde kalan bir işbirliği potansiyeli. Bugün Katar’ın AB ile birlikte nükleer anlaşmanın geleceği için çaba harcayan aktörlerden biri olduğu ve muhtemelen Biden yönetiminin benimsediği ama görünmez de kılmaya çalıştığı İran yanlısı bölge politikalarından faydalanan bir aktör olduğu hatırlanırsa muhtemelen Körfez ülkelerinin gerçekleşecek anlaşmaya itiraz şanslarının da azaldığı rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca Tahran, Ortadoğu’nun geçirdiği değişimler karşısında Körfez yönetimlerine güvenmek ve onlarla kritik teknoloji paylaşmak konusunda ABD ve İsrail’in ikircikli davranacağını biliyor.
Tahran’ın kırmızı çizgileri
Tahran için nükleer pazarlıklarda iki kırmızı çizgi var diyebiliriz. İlk kırmızı çizgi İran’ın nükleer kapasitelerinin kısıtlanmasıyla ilgili. Bu kısıtlamalar büyük ihtimalle bazı tesislerin faaliyetlerini sonlandırmasını -ki Fardo Nükleer Santralinin ismi geçiyor haberlerde- , uranyum zenginleştirme oranını ve santrifüj sayılarını sınırlandırmasını kapsayacak. Ancak bu kısıtlamalar İran’ın şu anda pazarlıklarda elde tuttuğu nükleer silah eşiğinde ülke olma konumunu değiştirmiyor. 2015’teki anlaşma bu konumu İran için yaratmıştı, ya da bu konuma gelmeyi Tahran başardığı için 2015’teki anlaşma yapılmıştı. Yine de o anlaşma işleseydi, İran’ın anlaşma yoluyla zorla bu eşikte tutulduğunu söyleyebilirdik. Oysa anlaşma işlemedi ve biliyoruz ki İran hem silah geliştirme hem de anlaşma opsiyonunu açık bırakacak şekilde eşikte olma stratejisini sürdürdü. Kısaca kısıtlamalar, ne kadar manalı görünürlerse görünsünler, İran’ın kırmızı çizgisinin çok uzağından geçecek.
İkinci kırmızı çizgi bence daha sorunlu. İran ABD’nin gelecekte bu anlaşmadan çekilmesi durumunda ekonomik yaptırımlardan kendisini koruyabilecek bazı garantiler talep ediyor. 2015 Anlaşmasının İran’ı kısıtlayan unsurlarından biri ABD yönetiminin tek taraflı uygulamalarına Anlaşmanın açık olması yani Başkan tarafından sürekli uzatılmaya muhtaç olmasıydı. Tahran, ABD bu kozu kullandıktan sonra artık bazı sigortalara ihtiyaç duyduğunu düşünüyor. Gelecekte Tahran’a yönelik yaptırımların kalkmasıyla beraber İran ile ilişkiye girecek şirketler ve ABD dışı üçüncü taraflara yönelik, Washington anlaşmadan çekilse bile yaptırımlardan muaf olunmasını sağlayacak bazı düzenlemeler talep ediyor. Tahran’ın boğazındaki elden kurtulmak istemesi anlaşılabilir. Nitekim IAEA’nin İran’ın nükleer faaliyetleriyle ilgili halihazırda başlattığı soruşturmaların kapanması talebi Tahran’ın anlaşma sonrası boğazında ABD haricinde de el görmek istemediğinin bir kanıtı. Ancak Washington’un bu garantileri vermesi demek, “kötü bir anlaşma” yaptığını da ilan etmesi demek olacak.
“Kötü anlaşmaya” kötü diyememek
Tüm kısıtlılıklara, İsrail’in İran politikasının başarısızlığına, Körfez’in iki arada bir derede kalmış haline rağmen bu ilanı gerçekleştirmek Biden için bile kolay değil. Çünkü bu tür bir başarısızlığın görünür hal alması ABD’nin ve uluslararası nükleer silahsızlanma toplumunun sadece Kuzey Kore’de değil İran’da da çuvalladıkları anlamına gelir ki bu çuvallamanın nükleer silah heveslisi veya güvenlik şartları nedeniyle hevesli olmak zorunda kalmış devletlere ne mesaj verdiğini hepimiz kolayca tahmin edebiliriz. Keza çuvallamanın bir ayağı yaptırım siyasetindeki başarısızlık olduğundan bu başarısızlık bugün yaptırımlar üzerinden Rusya’yı durdurmaya çalışan Batı’ya bir şey söyleyecek. Üçüncüsü artık bu oyalama anlaşmasının aksayan bacakları çok net bir biçimde görünüyor, bu nedenle bölgede istikrara ne kadar katkıda bulunur, bu sorunun bir cevabı maalesef yok. ABD’nin bir makyaj, bir hokus-pokus hamlesiyle görünen dağınıklığı toplamaya ihtiyacı var, bu yüzden Kirby, Washington’da hala “daha anlaşma noktasına gelmedik” açıklamaları yapıyor, kısaca mesele artık taviz meselesi değil, günü kurtaracak bir zafer paketi yaratacak yeterli doneyi bulma meselesi.