Haberi ilk okuduğumda "Ahaa" dedim. İşte Paul Lafargue. Tıpkı ona benziyor. Ama burası Türkiye. Altından başka birşey, yani bir cinayet, bir gasp falan çıkar diye bekledim. Değilmiş.
Haberi ilk okuduğumda “Ahaa” dedim. İşte Paul Lafargue. Tıpkı ona benziyor. Ama burası Türkiye. Altından başka birşey, yani bir cinayet, bir gasp falan çıkar diye bekledim. Değilmiş. O yüzden Çeşme’de yaşanan olay ile başka bir çağda, başka bir yerde yaşanan iki olayın nasıl birbirine benzediklerini anlatmak isterim.
İki, yaşını almış insan. İki eş. 50 yıl boyunca birbirlerine kol kanat germişler. Derken biri kanser olmuş. Oğulları başka bir ülkede, hatta kıtada. Biri 70, diğeri 71 yaşında. Belli ki çok seviyorlar birbirlerini. Onsuz yaşayamayacağını düşünecek kadar. Her ölüm kötü. Hele intiharın ahlaksal olarak sorgulanacak bir çok yönü de var. Ama kimileri diğeri olmadan bu hayata katlanamayacağını düşünüyor.
Vasiyet mektubu yazıp, sevdiklerine mesajlar atıp birlikte yürümüşler denize. Hayatlarına son vermişler.
Diyeceksiniz ki, “İyi de bu Paul Lafargue kim kardeşim?” Alsında sol terminolojiye aşina olanlar iyi tanırlar kendisini. Lafargue bir Marxist. Hem inanç olarak hem de akraba olarak. Çünkü Marx’ın küçük kızıyla evli. Damat yani.
Küba’da doğmuş. 9 yaşındayken ailesi ile birlikte Fransa’ya göçmüş. O dönemde sol harekete katılmış. Ve dönemin iz bırakan düşünce adamı Marx ile tanışınca hayatı değişmiş. Hem de tümüyle. Çünkü Marx’ın kızı Laura’ya âşık olmuş ve evlenmiş.
Art arda doğan üç çocuğunu da kaybedince eğitimini gördüğü tıptan soğumuş. Bu tarihten sonra artık sosyalist bir düşünce ve eylem adamına dönmüş.
Bir sürü kitabı var. Derdim size bir sosyalisti anlatmak değil. Ama nasıl öldüğünü duyduğunuzda, ruhunun neden Çeşme’de dolaştığını anlayacaksınız.
Lafargue 1911 yılında karısı ile birlikte ölü olarak bulunmuş. Sonra anlaşılmış ki Lafargue ve Laura gençliklerinde birbirlerine söz vermişler meğer. 70 yaşından fazla yaşamamak için. İkisi de deri altına siyanür enjekte ederek intihar etmiş.
Bir de intihar notu var. Bir solcu olarak öngördüğü şeyler (Yani inandığı şeyin zaferinin yakın olduğu) tabii ki tutmamış. Ama notunda yazdıkları şunlar:
“Vücudum ve beynim sağlıklı olarak, tek tek hayatımdaki keyif ve eğlenceleri elimden alacak ve fiziksel ve zihni güçlerimi azaltacak, benim enerjimi felç edecek ve hırsımı yok edecek, kendime ve başkalarına bir yük haline getirecek acımasız yaşlılık çağından önce hayatıma son veriyorum. Yıllarca kendime 70 yaşımdan sonra yaşamayacağıma dair söz verdim; ve hayattan ayrılacağım tarihi belirledim. Bu çözüm için bulduğum çözüm aracı siyanürdü. Gelecekte bir tarihte kırk beş yıl boyunca zafere oluşması için mücadele ettiğim gerçek zafere ulaşılacağı inancıyla ölüyorum...”
İşte bu durum bana Çeşme’de intihar eden çiftimizi hatırlattı. Haksız mıyım?
MARX DA OLSA BABADIR.
Karl Marx’ın Lafargue’ın damadı olması konusunda pek mutlu olmamış. Hatta yazdığı mektupta açıkça karşı çıkıyor. Bu mektup, dünyanın bir bölümünü ve bir zamanını temelinden etkileyen fikirleri üreten adamın söz konusu olan kızı olduğunda ne kadar kaygılanabileceğini de ortaya koyuyor. Marx, yazdığı mektupta, belki de her damat adayından istenilen şeyleri sıralıyor. Üstelik hiç de öyle sosyalistçe şeyler istemiyor.
“Azizim Lafargue,
1. Eğer kızımla ilişkilerinizi sürdürmek istiyorsanız, ona ‘kur yapma’ tarzınızdan vazgeçmeniz gerek. Gayet iyi biliyorsunuz ki henüz verilmiş bir evlenme sözü yok ve hiç bir şey belli değil. Laura usulüne uygun şekilde nişanlınız olsaydı da, bu işin uzun vadeli olduğunu unutmamanız gerekirdi. Fazla samimiyetin yol açacağı davranışlar da burada uygunsuz kaçıyor.
2. Yalnızca bir haftalık bir jeolojik dönem içinde bile tavırlarınızdaki değişikliği dehşet içinde izledim. Fikrimce gerçek aşk, ihtiyat, tevazu ve hatta aşığın maşuka karşı çekingenliği içinde ifade edilir. Asla ihtiras içinde kendini kapıp koyvermekle ve zamansız samimiyet gösterileriyle değil. Siz bu karmakarışık mizacınızı sergilediğinizde, kızımla davranışlarınız arasına aklımı koymak da bana düşüyor. Eğer ona olan sevginizi Londra boylamıyla uyarlı bir biçimde göstermekten acizseniz, tavsiyem onu uzaktan sevmenizdir. Bunun üzerinde daha fazla durmayacağım.
3. Laura’yla olan ilişkilerinizi belirginleştirmeden önce ekonomik durumunuza ilişkin ciddi bilgiye ihtiyacım var. Kızım işleriniz hakkında bilgi sahibi olduğumu zannediyor. Oysa yanılıyor... Gücüm yettiğince kızımı, annesine hayatı zehir eden zorluklardan kurtarmak istiyorum... O nedenle ağır bir kişisel sorumluluk taşıyorum... Genel durumunuza gelince, henüz öğrenci olduğunuzu, Fransa’daki kariyerinizin yarı yarıya çökmüş olduğunu, İngiltere’ye intibak edebilmeniz için en gerekli araç olan dilin sizde çok eksik bir unsur olduğunu ve en iyi halde bile başarı ihtimallerinizin (?) ne kadar şüpheli olduğunu biliyorum.
Gözlemlerimden çıkardığım sonuca göre, işlere heyecanla başlamanıza ve iyi niyetinize rağmen, çalışkan bir mizaca sahip değilsiniz. Bu şartlar dâhilinde kızımla birlikte hayat gemisine binebilmeniz için size dışarıdan destek gerekecek.
Ailenize gelince, hiçbir şey bilmiyorum. Bir miktar zenginliğe sahip olduklarını farz etsek bile, bu onların sizin için fedakârlığa katlanmaya pek hevesli olduklarını kanıtlamaz. Dahası onların sizin bu evlilik projenizi nasıl karşıladıklarını bile bilmiyorum.
Tekrar ediyorum, bütün bu noktalar hakkında bana olumlu açıklamalar gerekiyor. Zaten hayata gerçekçi şekilde bakan siz de kızımın geleceğine idealist bir bakış açısıyla bakmamı beklemezsiniz.
4. Evlenmeyi düşünmeden önce olgun bir adam olmanız ve hem sizin hem de kızım için uzun bir tecrübe dönemi gerekiyor.
5. Bu mektup ikimizin arasında sır olarak kalırsa çok memnun olurum. “
TEMBELLİK HAKKI
Lafargue belki de kayınpederi’nin “Çalışkan değilsin” eleştirisinden çok alınarak yazdı ünlü “Tembellik hakkı” kitabını. 1848’de Fransa’da fabrika ve yapımevlerinde toplu çalışma süresini 12 saat olarak saptamıştı, sonradan süre 17 saate kadar yükselmişti. Yazar kitabında insanların neden az çalışması gerektiğini anlatıyordu. Üstelik, “çalışma tutkusu”nun nasıl kötü bir şey olduğunu, “İşçilerin içine yerleştirilmiş bu “çalışma tutkusu”, onların sefaletlerinin nedenidir aslında” özleriyle vurguluyordu. Ve bu kitap çok ünlü oldu.
Yazar kitabında zaman zaman son derece kara mizahi bir anlatımı da tercih etmişti. Bu konuda çok büyük laflar ediyordu:
“İnsanlar, kendisine hâkim olan ve doğasını alçaltan bu kötü tutkuyu [iş tutkusunu] yüreğinden söküp atarak tüm insanlar için günde üç saatten fazla çalışmamayı savunan tunçtan bir yasa oluşturmak için o müthiş gücüyle ayağa kalkarsa…”